"Gerçek, inanmayı tercih ettiğimiz şeydir."

Gerçek, özünü yitirmiş ve sadece inanca dönüşmüşse olacak tam da budur.

Erdoğan’ın, iktisadiyatın iplerini kaybettiğinin farkına vardığı tarih, önceki haftanın grup toplantısıydı.

Ülkenin, bir roller coaster misali, nereye gittiği belirsiz salındığı Aralık ayının 20. gününden yaklaşık 1 ay sonra döviz kurunun maliyetini birden idrak etti.

Hamama girenin terleyeceği kesindi…

Saray efradı ve medya havuzunun bir anlık boş bulunmuşluğundan imkan bulmuş olmalı ki, Erdoğan hamamda gocukla oturduğunun farkına geç de olsa vardı.

Ülkenin yırtılan ekonomi defterinin sayfaları, kara kışın ayazında dört yana dağılırken, yeni bir oyun kuramamanın acısı AKP bloğunu kıvrandırıyor.

“Enflasyon sebep / Faiz sonuç” denilerek çıkılan yolda düş(ürül)en faizin enflasyonu arşa çıkarmasının ağır faturasını millet öderken, faturayı kesen giderek ödeyecek olan olmanın paniği içine girdi bile. 

Korku-ecel diyalektiğini kavrayan AKP cenahı, “en iyi müdafaa taarruzdur” diyerek muhalefete yüklenmeye çalışıyor.

Muhalefetin kaşının üstünde gözü olması bile suç!

Yemek yemek, otele gitmek suç. Yazmak konuşmak zaten suç…

Ama saldırı içerikleri boşken, muhataplarınız da sizden daha sağlam argümanlara sahip olunca, saman alevinden daha az etki yaratıyor yapılan her karşı taarruz.

Zamanında Kılıçdaroğlu’na bizzat fiziksel saldırıda bulunulmasına neredeyse alkış tutulmuşken, bu defa çocuklara hakaret mikrofonları tutuluyor balkonlarda. 

Ancak bu yöntemlerin toplumun içindeki duygusal ve etik nüveyi yaraladığı ortaya çıkınca, yine o eski gerçek üstü söylemler sürülüyor piyasaya... 

“Bizden önce yol yoktu, uçak yoktu, hastane yoktu, otomobil yoktu” ve sıkı durun: 

“Bizden önce elektrik bile yoktu.”

Erdoğan’ın kendi kitlesinden çok, karşı tarafı provoke etmek için kullandığı klasik argümanlardan biri, bu “benden önce şu/bu yoktu” söylemi olageldi.

Erdoğan, çoğu kişinin kendi kitlesine hitap ettiğini düşündüğü bu argümanları aslında rakiplerin gündemini işgal için ediyor.

Gel gör ki, bütün bu girişimlerde ortada ciddi bir tekrarın olduğunu görüyoruz.

Hikaye üretmenin imkansız hale geldiğini bundan iyi hiçbir şey anlatamaz. 

Erdoğan’ın sadece geçmişteki “başarılarına” dair argümanları tekrar tekrar kullanması, sıfırı tüketen ekonominin sermayeden yemesi gibi.

Ama tam da bu nedenle bu argümanların Erdoğan’ı kurtarmaya etkisi sabunun köpüğü kadar. 

Hani nerdeyse, enflasyonun köpüğünü almak kadar etki yapıyor. 

EKONOMİ BELİRLER
Bu hayatın gerçeği, tüm sözlerin anasıdır.

Ekonomi kötü gitmiyor. Ekonomi yok hükmünde. 

Türkiyenin amuda kaldırılmış düzeni içinde bu şaşırtıcı değil. Hukuk askıda, yasama yürütme yargı ise kaşarlı tost gibi iç içe girmiş. Askeri darbe dönemlerinde bile Türkiye’de pratik bozuk olsa da, teori bu denli hiçe sayılmamıştı.

Türkiye, altına kapı gibi imza attığı uluslararası metinleri yok saymaktan, en ufak nedamet duymayanlarca idare ediliyor. 

Bunu bir de gurur vesikası misali boyunlara asıp geziyor.

“One minute” efsanesi devam ediyor sanılıyor….

Yaşanan acayipliğin bizleri delirtmiyor olmasının tek sebebi gerçekliğine dair duyduğumuz kuşku. 

Faturalar/fiyatlar/artışlar üzerinden gördüğümüz tek bir gerçek var: Ağır bir yalan ağının ortasında kalmışız.

Toplumsal'daki bu ilk yazıda ülke gündemini tasvir etmeden dahil olmak istemedim.

Bu tasvirin hiç de huzur verici olmadığının farkındayım. 

Yazık ki, uzun zamandır Türkiye’de yazarlık, ülkeyi kurtarmak manasına gelmek zorunda. 

Düşman bulamayan siyasi iktidarın en sonunda kendi kendiyle girdiği mücadelenin kaybını ülkece yaşamak zorundayız.

Gönül istiyor ki bu infial hali artık bir son bulsun. 

Türkiye’de artık, sanattan, sinemadan, hayata dair konulardan siyasetin gölgesi düşmeden bahsedelim. 

Yazık ki zaman “o zaman” olmanın henüz uzağında.

Bir süre daha hepimiz Dünyayı Kurtaran Adam modumuzu devam ettireceğiz. 

Umarım artık bu sürreel filmin sonunu görmeyi başarırız.