Dil devrimi Türk dilinin özgürlük savaşıdır. Bu savaş, büyük ölçüde başarıya ulaşmıştır. Türk dili Arapça ve Farsçanın boyunduruğundan kurtarılmıştır. Ne var ki savaş sona ermiş değildir. Türk dilinin var olma savaşımı sürüyor. Bu kez savaş, çoğunlukla Batı dillerinden gelen yoğun sözcük akımına karşı veriliyor.

Gerçek şu ki, Türk dil devrimi, dilimize yeniden yaşamsallık veren olağanüstü bir olaydır. Türk dili öz kaynakları ve gizilgücü ile arılaşma ve varsıllaşma yoluna girmiştir.

Bununla birlikte, yaklaşık bin yıllık bir süreçte, Türkçeyi ağulu sarmaşık gibi saran yad sözcüklere karşı verilen bu kutlu çalışmayı gözden düşürmek, kötü göstermek ve sanki çıyanlıkmış gibi tanıtmak isteyenler de eksik olmamıştır.  Kendi satkınlıklarını örtülemek için dil yurtseverliğini neredeyse dil çıyanlığı biçiminde suçlama sapkınlığı diyebileceğimiz bu türden aşırılıkların özneleri, sağlıklı uslara durgunluk verecek ölçüde bir yağılık sergiliyorlar.

Kısaca dil devrimi karşıtlığı olarak adlandırdığım bu yağılığa ilişkin kimi üzücü, yanlış, dokuncalı ve sayrılıklı bilgi ve yaklaşımlara önceden yazdığım “Ulusal Düttürü” başlıklı yazımda biraz değinmiştim. Şimdi onlara ek olarak birkaç durguya daha değineceğim.

Dil devrimine karşı çıkanlar şu gerekçeleri ileri sürüyorlar.

Dil devrimi yüzlerce yıldır Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça sözcüklerin yerine yeni sözcükler koyarak kuşaklar arası iletişimi koparmaktadır. Torun, dedeyi anlamamaktadır. Bu, dilin devamlılığına vurulmuş bir darbedir.

Dil devrimi Türk dilini kısırlaştırmakta ve yoksulaştırmaktadır. Arapça ve Farsçadır diye binlerce sözcük kullanımdan kaldırılmak istenmekte, birbirine yakın onlarca sözcük yerine birkaç sözcük uydurularak dilin varsıllığı baskılanmaktadır.

Dil devrimi Türkçedeki Arapça ve Farsça sözcükleri unutturarak aslında Türkleri İslam ekinç alanından koparmayı ve Türklerdeki ümmet bilincini yok etmeyi amaçlamaktadır. Dil devrimi Arapça ve Farsça karşıtlığı üzerinden gerçekte İslam karşıtlığı düşüncesini güçlendirmek istemektedir. Dilimizdeki Arapça sözcükler, kutsal kitabımız Kur’an’ın sözcükleridir. Arapça Kur’an’ın dili olduğu için bütün Müslümanların ortak dilidir. Türkçede ne denli Arapça sözcük olursa Türkler o denli İslam ekincine bağlı kalırlar. Tersi, Türklerin İslam’la bağını koparmaya çalışmaktır.

Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça sözcükler Orta Asya Türkleri tarafından da kullanılan sözcüklerdir. Onları unutturmak Türkiye ile Türk dünyası arasındaki dil bağını baltalamaktır.

Evet, böyle diyor dil devrimi karşıtları…

Ancak bu savların hiçbiri gerçeği yansıtmıyor.

Açıklayalım ve gerçeği gözler önüne serelim.

Dil devrimi Türkleri yüzlerce yıl önceki atlarının diline bağladı. Unutulmuş yüzlerce öz Türkçe sözcük yeniden kullanıma sokuldu. Gerek Türk Kağanlığı Yazıtları’ndaki gerekse sonraki dönemde yazılan Türkçe sözlüklerde yer alan yüzlerce öz Türkçe sözcük, Türkçeye girmiş Arapça ve Farsça sözcükler yerine kullanılmaya başlandı. Bırakınız kuşaklar arası iletişim sorununu, tersine günümüz kuşaklarını beş yüz yıl, sekiz yüz yıl, bin yıl, bin üç yüz yıl önceki atalarına bağladı. Kaşgarlı Mahmut’a, Dede Korkut’a, Yunus Emre’ye, Bilge Kağan’a, Tonyukuk’a bağladı.

Dil devrimi dilimizi köklerine ulaştırdı. Söz gelimi yüzlerce yıldır kullanılmayan öz Türkçe yanıt sözcüğünü diriltti. Kılavuz, örnek, kağan, katun, il, ilhan, alp, toy, kurultay gibi nice öz Türkçe sözcük yeniden yaşamsallık kazandı.   Dolayısıyla dil devrimi atalarımızla olan dil bağımızı kopardı savı koskoca bir yalandır.

Dil devrimi karşıtları İslam öncesi Türk atalarımızı kâfir gördükleri için ata saymıyorlar. Onar için ata ancak Müslüman olursa atadır. Bu nedenle dil devrimi ile diriltilen öz Türkçe sözcükler yerine Arapça sözcükleri yeğliyorlar. Niyesi onlar tarihlerini İslam kimliği üzerinden Araplara bağlıyorlar. Türklük bilinçleri kesinlikle yok.

Dil devrimi ile Türkçedeki Arapça ve Farsça sözcüklerin bırakılmasını Türklerin İslam ekinç alanından koparılma çalışması olduğu yönündeki sav da çok gülünçtür. Niyesi İslam dini yoluyla Türklerin Araplaştırılması çabasını, İslam ekinç alanı yaygarasıyla gizlemeye çalışanlara kalsa Türk dili tümüyle unutulup Türkler Arapça konuşmalıdır. Onlar Araplığı İslam sanıyorlar. Oysa Arapça konuşan, Arapça ibadet eden on milyonarca Hıristiyan Arap da var. Şimdi onlar Arapça konuşuyorlar diye İslam ekinç alanına mı mensup oluyorlar?

İslam başka Araplık başkadır. Arapçanın İslam’daki yeri herhangi bir kutsallıktan değil tümüyle yararcı bir nedenden kaynaklanmaktadır. Hazreti Muhammed’in Arapça konuşuyor olması, İslam’ın ilk seslendiği toplumun dilinin Arapça olması gibi nedenlerden ötürü Arapça İslam’ın kutsal metni olan Kur’an’ın özgün biçiminin dilidir.

Gerçek şu ki dil devrimi, İslam’dan kopmak için değil İslam yoluyla Araplaşmamak için; dolayısıyla Türk kalabilmek için yapılmıştır.  Bundan rahatsızlık duymak doğrudan doğruya Türk kimliğine düşmanlıktır. Bu ayrıca İslam’ı Arap milliyetçiliğine kurban etmektir.  Türklerin İslam ümmetinin bir parçası olmasını inanç üzerinden değil de dil üzerinden tanımlamaya çalışmak gerçek konunun din ve inanç değil de ümmet adı altında Türkleri Araplaştırmak olduğunu kanıtlıyor.

Evet, Türkler çoğunlukla Müslüman’dır ve İslam ümmetinin bir öğesidir. Ancak Türklerin İslam ümmetinden olmayan soydaşları ve dildaşları vardır. Onlarla bağımız Türklüktür. Türklüğün özü de Türk dilidir. Türk dili ne denli bağımsız ve güçlü olursa Türklük de o denli güçlü ve bağımsız olur.

Peki ya Farsça ve Farslaştırma?!
Tam da bu noktada keskin bir özgüvenle belirtelim ki, Farsçanın İslam ekincindeki yeri üzerine söz söyleyip görüş ileri sürmek Ali Şir Nevaî’nin; “İki Dilin Karşılaştırılması” adlı ünlü yapıtına çarpıp parçalanmaktadır. Türkleri İslam yoluyla Araplaştırmaya çalışmak yetmiyormuş gibi ne acı ki, bir de Farslaştırma satkınlığı yürütüldü. İşte dil devrimi her iki yönelişin ve çıyanlığın önünü kesti.

Dil devrimi dilimizi yoksullaştırmadı. Tersine öz kaynaklarıyla daha da varsıllaşması için çok geniş ve kullanışlı bir yol açtı. Hukuk, felsefe, tıp, matematik, dilbilimi gibi pek çok alanda binlerce öz Türkçe terim üretildi.

Dil devrimi ile dilimizin sözcük sığası olağanüstü derecede genişledi. Bunu görmemek çıyanlık değilse düpedüz aymazlıktır.

Dil devrimi yalnızca Arapça ve Farsça kökenli sözcük ve kurallarla savaşım vermedi. Yüzlerce, binlerce Batı kökenli sözcüğe de öz Türkçe karşılıklar üretti.

Dil devrimi karşıtlarının yeni türetilen sözcüklere uydurukça damgası vurmaları ise ayrı bir gülünçlüktür. Osmanlıcayı savunup dil devrimi ile özleşen ve yalınlaşan Türk diline burun bükmeleri tümüyle çelişik, gülünesi ve hatta acınası bir durumdur. Niyesi, gerçek uydurukça, Osmanlıca denilen dilimsidir. Osmanlıcaya bir dil demek olanak dışıdır. Türkçenin bir kolu veya Osmanlı Türkçesi demek de olanaksızdır. O nedenle en doğrusu dilimsi demektir. Osmanlıca ya da Osmanlıcacıların deyimiyle “Lisan-ı Osmanî” Arapça ve Farsçanın bir karması ile %10 kadar Türkçe sözcüklerden uydurulmuş, konuşanı bulunmayan ama birkaç bin yahut birkaç on bin okuyanı olan saçma bir söz yığınıdır.

Osmanlıcada Arapça sözcüklere Farsça ekler, Farsça sözcüklere Arapça ekler getiriliyor ve her iki dilde de olmayan sözcükler uyduruluyordu. Bu uydurulan sözcükleri ne Arap anlıyordu ne Fars ne de Türk. İşte böylesi bir sözler yığınını “ecdadımızın lisanı” diye savunmak ve Türkçenin özleşme devinimine karşı çıkmak apaçık bir çıyanlıktır.

Öte yandan kimi devrim karşıtları; “dil canlıdır, ona müdahale edilmemelidir, yabancı sözcüklere karşı çıkılmamalıdır, dilin doğal akışına karışılmamalıdır, nereye evrilirse evrilir, dile karışmak yanlıştır,” diyorlar. Bu, kesinlikle doğru bir tutum değildir. Dile karışılmaz ve kendi başına bırakılırsa, saldırılara karşı korunmayıp iyesiz duruma düşürülürse bir süre sonra yozlaşır ve en sonunda tarihin ölü dilleri arasına karışır. Belli ki dil devrimi karşıtları Türk dilinin önce yozlaşmasını sonra da yok olup ölü diller arasına katılmasını istemliyorlar. Bu da çıyanlığın apaçık bir göstergesidir. Dilimizi kendi başına, iyesiz ve korunaksız bırakamayız. Nitekim dil devrimi de, sahipsiz kalan dilimizi korumak ve geliştirmek, ölüp gitmesini engellemek, yeşertip dal budak salmasını sağlamak için yapılmış kutlu ve eşsiz güzellikte bir çabadır.

Gerçek şu ki, dil devrimi bütün karşıtlarına karşın büyük ve görkemli bir utku kazanmıştır.

Dil devriminin yaşamsallığı sürüyor.

Dilimizi gözbebeğimiz gibi korumalıyız.