Bu milletin emeğiyle kurulmuş bankalarımız var. Onlara devlet bankaları diyoruz. Eğer beş kuruş paramız olsa, götürür o bankalardan birisine yatırırız. Faizi az olsa bile ülkemize katkımız olsun, diyerek…

Ama bizlerin gözümüz gibi koruduğumuz o bankaları, işte bu AKP tuttu, parti bankalarına çevirdi.

Buralar bir tür yağma alanı gibi kullanılmaya başlandı. Benim görebildiklerimden bazıları şunlar:

*AKP’ye yakın olan, maddi destek veren işadamlarına bu bankalardan muazzam krediler verdiriliyor. Böylece o işadamı yeni işletmeler satın alıyor ve zengin oluyor. Bu kredi aktarımı Sabah Grubu’nun ve Hürriyet Grubu’nun (Doğan Yayıncılık) AKP destekçisi işadamları tarafından alınmasında pek açık olarak görüldü. Ziraatçıya kredi vermesi gereken bankamızdan medya patronuna kredi akıtıldı.

*AKP müteahhidi denilen ve adları Kutsal Beşli’ye çıkan inşaatçılar da devlet bankalarından bol bol faydalandılar.

*Devlet bankaları, hükümeti tutan gazetelere ve televizyonlara reklam parası adı altında milyonlarca lira akıttılar. Bu reklam dağıtımında tiraj ve izlenirlik yerine daha çok AKP yandaşı olup olmama belirleyici oldu.

Öyle ki hükümetin cumhuriyet karşıtı ve Abdülhamitçi politikalarına reklamda o semboolü kullanarak destek veren devlet bankası oldu.

*Devlet bankalarının yönetim kurulları, pek açık biçimde AKP’ye hizmet eden partizanların beslendiği çiftliklere çevrildi. Buralarda deneyimli bankacıların veya hukuk adamlarının görev yapmaları gerekirken Hamza Yerlikaya gibi bir güreşçiyi bile böyle çok önemli bir koltuğa oturttular. Diplamasının yetmediğini tartışmıyorum bile… Ama öyle bir açgözlülük içindeler ki… Devletin bir yerine, iki yerine, üç yerine sokarak para akıtıyorlar bu türlü partizanların ceplerine…

Hangi kasadan?

Devlet bankalarının kasalarından.

Yani senin benim malımı, kendi yandaşlarına yediriyorlar.

Düşünün ki RTÜK Başkanı denilen şahıs, daha doğru dürüst bir cümle yazmayı bile beceremiyor. Tutuyor ona da bu arpalıktan ikinci bir maaşa bağlıyorlar.

Peki demokrat televizyonları kapatan RTÜK Başkanı kimin parasını yiyor?

Senin benim paramı arkadaş…

Bu yüzden de AKP TV’leri ne gibi düşmanca yayın yaparsa yapsın dokunmazken Halk TV ve Tele 1’i 5 gün tam karartma kararı aldırıyor.

*İş sadece hükümet medyasını ve partizan işadamlarını desteklemekle kalmadı. Devlet bankalarının şimdi muhalefeti baskılamak için kullanılmaya başlandığını da görüyoruz. Bunun son örneği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir kamu bankasındaki kredisine haciz konulması oldu.

Belediyenin açıklamasına göre bu işlem İcra İflas Yasası’na ve Belediyeler Yasası’na aykırı…

Bizim gözümüz gibi koruduğumuz bu bankaları da kutuplaşmanın aracı yapan ve halkın bir kısmının gözünde değerini düşüren AKP yönetimini uyarıyorum:

Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste…

AKP: FELAKETLER DÖNEMİ
72 yaşımdayım… 1960 darbesini, 1971 müdahalesini ve 12 Eylül’ü görmüş, yaşamış birisiyim. Ama yaşamım boyunca şu son 10 yıl içinde yaşadığımız felaketler, uğursuzluklar gibisini hiç hatırlamıyorum.

Maden ocakları patlıyor, öbek öbek insanlar ölüyor.

Baş yöneticimiz, kader, diyor örtüyor üstünü.

Depremler oluyor, canlar gidiyor, kader diye geçiştiriliyor.

Cephanelikler, fabrikalar, fişeklikler patlıyor, kadere yazılıyor.

Seller basıyor, insanlar boğuluyor, elbette o da kötü kaderin işi…

Uçaklar düşüyor, palisler şehit oluyor, zalim kader tek suçlusu…

Hızlı tren çakılıyor, bırakın hızlısını bakımsız bırakılan demiryollarında normal tren bile devriliyor, onlarca insan ölüyor; hükümet hiç üstüne alınmıyor.

IŞİD binalarımızı havaya uçuruyor, PKK karakolları vuruyor, yüzlerce can gidiyor. Tek suçlusu zalim kader. (Devlet adamlarının zulümlerini gizlemek için dinini çıkarına satan sözde âlimlerin uydurduğu hani şu imanın altı şartından birisi var ya, o işte…)

Hele yaşadığımız kötü olayları bir düşünün… O zaman şunu demeyecek misiniz: AKP devri demek felaket demek.

Allah bizi bu uğursuzluklardan korusun…

***

Bir de İçişleri Bakanı çok değerli Süleyman Soylu var…

Ne zaman televizyonlarda konuştuğunu görsem içim titriyor. Korkuyla soruyorum kendi kendime: “Acaba yine nerede ne gibi bir felaket oldu!

Süleyman Bey bir yerlerde inceleme yapıyor idiyse acaba yine kaç insan ölmüştür?

Kurtar Tanrım bizi bu incelemelerden…

DAMAT’IN İHA’SINA NE OLDU?
Son büyük felaketi Van’ın Gevaş İlçesi’nde yaşadık. Buradaki Artos Dağı’na çarpan uçakta beş polisimizle iki pilotumuz can verdi.

Bu uçak, keşif uçağıymış ve bölgede PKK’lılar takip edilmekte imiş…

İyi de yıllardır ballandıra ballandıra anlatılan Damat Bayraktar’ın “İnsansız Hava Aracı” (İHA) nerede?

Niçin bu belalı bölgede o İHA’lar kullanılmıyor?

Yoksa Damat’ın televizyonlarda destanlaştırılan İHA’sı buralarda işe yaramıyor mu?

Umarım ki bunu yazdığım için Baykar Makina Sanayı Başkanı Özdemir Bayraktar ile oğlu Selçuk Bayraktar beni yeniden mahkemeye vermez; o şikayetleri İstanbul 24. Asliye Ceza Mahkemesi’ne düşmez, mahkeme de benim yargılanmama hükmetmez.

Çünkü, “Uçağı Bırakın da Önce Çim Biçme Makinesi Yapın” diye yazdığım için baba-oğul Bayraktar’lar, 3 bin lira emekli maaşı olan benden 80 biner lira tazminat istiyorlar da…

Alışmışlar dünürlerinden… Herkesi kendileri gibi zengin sanıp akıl dışı tazminat talebinde bulunuyorlar. Davaya bakan yargıçlar da korkudan bunlar ne isterlerse ona hükmediyorlar.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, TBMM’de bunların ticari ilişkilerini açıkladı diye yüz binlerce liralık tazminat cezalarına mahkum edilmedi mi?

Bir tarafı zengin etmek, öbür tarafı açık biçimde yoksullaştırarak ezmek için tazminat cezaları sopa olarak kullanılmıyor mu?

Vallahi de billahi de darbe dönemlerinde bile yargı bu kadar taraflı kararlar vermiyordu.