Gelin sizi 2008 yılının 21 Mart’ına götüreyim.

Sabah haberlerini dinlerken şaşırdım. Erdoğan iktidarının polisleri sabah 05.00’te Cumhuriyet Gazetesi’nin kurumsal yöneticisi İlhan Selçuk’un evini basıp onu gözaltına almış. Aynı saatlerde Ulusal Kanal basılmış, Doğu Perinçek de götürülmüş.

Bu operasyonun birilerine Nevruz hediyesi olarak yapıldığını düşünerek çalıştığım Güneş Gazetesi’ne geldim. Oda arkadaşım Mustafa Dolu ile bu operasyona karşı tavır takınma kararı aldık. Çukurova Holding bünyesindeki kardeş kurumumuz SKY Türk TV’yi aradım ve bu tutuklamalar konusunda tepkimi yansıtmak istediğimi söyledim.

İsteğim kabul edildi. Mustafa Dolu ile sabah bandındaki haberlere katıldık. Orada, bu operasyonun AKP iktidarının işi olduğunu, Fethullahçıların kullanıldığını, buna herkesin karşı çıkması gerektiğini söyledim. Ve şu cümleyi kullandım: “Eğer İlhan Selçuk suçlu ise ben de kendimi onun işlediği suçu işlemiş sayıyorum. Gelin, beni de tutuklayın.”

ULUSAL KANAL’IN ÖNÜNDE
Uzun konuşmam bitince odama çıkıp bu tepkimi yazıya döktüm. Başlığını da “Beni de Tutuklayın!” diye attım.

Belliydi ki Fethullahçıları sopa gibi kullanan AKP iktidarının hedefinde Cumhuriyet Gazetesi ile Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisi vardı. Onları yalnız bırakamazdık. Dayanışma duygumuzu ortaya koymak için Topkapı bölgesindeki gazeteden Beyoğlu’ndaki Ulusal Kanal’a gittik. Orada, kanalın yayınına katıldım. İlhan Selçuk’un götürülmesine, Ulusal Kanal’a ve Doğu Perinçek’e karşı yürütülen bu Ergenekon tertibine karşı olduğumu söyledim. Bu desteğimiz polis kuşatmasındaki o arkadaşlarımız için büyük moral desteği oldu ve kanalın yöneticisi Turhan Özlü bunu hep vurguladı.

Oradan Şişli’deki Cumhuriyet Gazetesi’ne geçtik. Orası tam bir sessizlik içindeydi dışarıda kimse yoktu. Kendimizi tanıtıp içeri girdik ve dayanışma için geldiğimizi söyledik.

Doğrusu ya ortada dayanışma duygumuzu ileteceğimiz kimse bulamadık. Olanlar odalarına kapanmışlardı. Biz her kata çıkarak bulabildiğimiz yazar arkadaşlarımıza, yöneticilere yalnız olmadıklarını söyledik.

Cumhuriyet Gazetesi’ndeki bu hava beni çok üzmüştü.

FETHULLAHÇILARIN HEDEFİNDEYDİ
Cumhuriyet Gazetesi taşıdığı tarihsel yük gereği laik, demokratik, çağdaş yaşam tarzının ideolojik merkeziydi. Bu yüzden de siyasal İslamcı (İhvancı) Erdoğan’ın ve onu kullanan Amerikancı Fethullahçıların düşman gördüğü bir kurumdu. Burayı çökertmek için gazeteyle bütünleşen saygın isim İlhan Selçuk’un devre dışı bırakılması gerekiyordu.

Cumhuriyet’in darbeci ve ulusalcı gösterilerek kötülenmesi için Ergenekon kumpasına burasının da bulaştırılması gerekiyordu.

Fethullahçılar bu amaçlarına sonunda ulaştılar. Yarattıkları baskıyla gazetenin avukatı olan Akın Atalay Cumhuriyet’in baş yöneticisi yapıldı. O da hayatında hiç yöneticilik yapmamış olan Can Dündar’ı Cumhuriyet’e genel yayın yönetmeni yaptı. Başta Mustafa Balbay olmak üzere Cumhuriyet’in Atatürkçü yazarlarını attılar. Yetmedi, Fethullahçıların parlattığı Nuray Mert’i Cumhuriyet’e yazar yaptılar. Ona, AKP’nin iktidara gelmesini devrim gibi gösteren, Atatürkçülerin sesi mezardan geliyor diyen yazılar yazdırdılar. Erdoğan’ın Suriye’yi işgal etmesini alkışlayan Aydın Engin’e köşe açtılar.

Cumhuriyet ilkelerinden uzaklaşan, “Yetmez ama evetçi” takımını yazar yapan bu yönetime Cumhuriyet okurları şiddetle karşı çıktı. Gazete okunmaz oldu.

AKP Lideri Erdoğan ile Fethullahçılar iktidar kavgasına girişince yeni Cumhuriyet yönetimi hükümetin karşına geçerek şerit değiştirdi.

ERDOĞAN KURTARDI
Tam bu sırada bu Fethullahçı kadronun imdadına Tayyip Erdoğan yetişti. Cumhuriyet’te çıkan MİT Tırları konulu haber gerekçe gösterilerek gazeteciler hakkında dava açıldı.

Ben en başından beri Cumhuriyet’teki bu Fethullahçı yapılanmaya karşı çıktım. Ama oraya bir haber yüzünden dava açılmasını da şiddetle eleştirdim. Bu dava yüzünden ifade vermeye gittiğimde, mahkemede, “Bu dava yanlıştır, hukuka da basın özgürlüğüne de aykırıdır!” diye açık açık konuştum. Ama Cumhuriyet Gazetesi’nin temel çizgisinin değiştirildiğini, buraya bazı Fethullah destekli isimlerin getirildiğini ama Hikmet Çetinkaya gibi, Musa Kart gibi isimlerin Fethullahçı gösterilmesinin çok yanlış olduğunu vurguladım.

Eğer Tayyip Erdoğan devreye girip de intikam hırsıyla gazete hakkında dava açtırmasaydı, zaten yönetim gidecekti. Çünkü gazeteyi sadece ideolojik olarak değil maddi olarak batma noktasına getirmişlerdi.

***

İlhan Selçuk’un arkadaşlarından olan Cumhuriyet’in en eski yöneticisi Alev Coşkun bu süreçte Akın Atalay yönetimine karşı ciddi bir mücadele yürüttü. Batması kaçınılmaz olan gazeteyi yeniden ayağa kaldırdı ve tarihsel çizgisine oturttu.

Bugün Cumhuriyet üstünden veya orayı referans göstererek atıp tutanların hiçbirini ben 14 yıl önce bir Nevruz günü yapılan operasyon sırasında Cumhuriyet’in önünde göremedim. Orada ben ve Mustafa Dolu vardık.

Bundan sonra da Cumhuriyet’e karşı bir operasyon yapılırsa orada olacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.


*Bu yazı, Toplumsal gazetesinin 29'uncu sayısında yayımlanmıştır.