Dün fırtınada Boğaz Köprüsünü geçen 4 motokuryeye otobüsleriyle eskortluk yapan İETT şöförleri içimi ısıtan insanlık örneği oldu.

Ekrem İmamoğlu’nun resmi instagram hesabında, bu resme, daha doğrusu videoya, 3 milyon 837 bin 512 beğeni bırakıldı.  

Ekranlarda ve sokaklarda büyük devlet adamlarımızı, parti başkanlarını, her dakika kendi hesaplaşmaları içinde izlemekten bıktık.

Ne yazık ki devlet, ülke, siyaset, ekonomi, sağlık, eğitim bu hesaplaşmanın üzerine kurulu : Tikleşmiş bir başta kalma, başa geçme tutkusu daha doğrusu bir nörokimyasal bozukluk.

Eğer iki İETT otobüsünün 4 motokuryeye eskortluk yaptığı resim-video bir mizansen değilse yaşadığımız siyasi ve ekonomik koşullarda Türkiye’nin gündemine iyileştirici etkisi olmuştur diye umuyorum.

Bugün devleti yönetenler halkı düşünmez ve korumazken iki otobüs şöförünün fırtınaya karşı köprü üzerinde seyretmekte olan motokuryeleri, resmi geçitlerdeki gibi aralarına alarak, onların can ve mal güvenliğini sağlamaları, bir yurttaş olarak benim görmek isteyebileceğim güzel bir fotoğraf oldu.

Otobüsleri kullanan şöförler ödüllendirilmiş midir sorusunu bir kenara bırakıyorum.

Çünkü asıl derdimiz hayatımızı olumsuz etkileyen ekonomimiz ; neredeyse bir kâğıt parçasının değerine bile sahip olmaktan uzaklaşan ulusal para birimimiz.

Buna bir de yurdun üç bölgesini birden etkisi altına alarak hayatımızı olumsuz etkileyen fırtına eklendi. Beter iki olgu ; ikisinin sonucunda da insanlar yaralandı, hayatlarını kaybetti.

İstanbul Valiliği'nin motosiklet yasağıyla eşzamanlı gelen şirketlerin kurye hizmetlerini durdurma açıklamasının sosyal medyada şov ve PR çalışması olarak yorumlanması bana hiç şaşırtıcı gelmedi çünkü yeni teknolojik çağda insanlar önlerindeki seçeneklere göre fazla düşünmeden hızla tıklıyorlar.

Ben aynı kanıda değilim ve sosyal medyanın kendi kendini infaz edecek hale geldiğini düşünerek üzülüyorum. Nedeninin de her gün tanık olduğumuz bir arpa boyu ilerlememiş, değişmemiş tutumlarıyla kalan siyasetçiler.

Bıkkınlığımızın gerçek nedeni siyasetçilerin tutumları

Siyasetçilerimizin nörolojik gelişim ve durumları öyle gösteriyor ki kavgada kullandıkları dil bilgileri olsun halkın sosyal işaretlerini değerlendirmedeki becerileri olsun medenileşmekten uzak, son derece arkaik.

Ülkenin liderleri durumundaki bu nörotipik sandığımız siyasetçiler ne yazık ki arkaik bir modeli bizlere "normal" olarak göstermiş, öğretmiş oluyor, davranışlarıyla kendileri gibi olmaya özendiriyorlar. Keşke gençlerimiz böyle olmanın, böyle kalmanın insanlığın özünden bütünüyle uzaklaşmak demek olduğunu anlayabilseler.

Çünkü bu siyasetçiler olması gereken modelden çok uzaklar. Mesela toplumsal ve iletişim becerilerinde güçsüzler. Mesela toplumsal karmaşık durumlarda ne Türkiye halkının ne dünya siyasetçilerinin içindeler. Yalnızca kendi kapalı alanlarında bildikleri iletişimi kurabiliyorlar.

Kaldı ki kendi partileri içinde bile arkadaşlıktan uzaklar. Dolayısıyla toplum içindeki durumlarda pürüzsüz etkileşim sağlayamıyorlar. Bu anlayışı zaman içinde çoktan yitirmişler.

Normalde devlet adamlarının, büyük siyasetçilerin duyusal sorunlar yaşamaları beklenmez. Oysa onlar ekranlara, miting sahnelerine bireysel diktatörlükler gibi geliyor, öyle hareket ediyorlar. Yüksek ve kaba sesleriyle hem karşılarında olanları hem onları izleyen insanları eziyorlar.

Halk içinde günümüz siyasetçilerini örnek alarak yaşayan bir nöroçeşitlilik oluştu.

Nörotipik stereotipe siyasetçilerimizin beyaz yalanlarını çoktan geçtik.

Birlikte ilerlemek uğruna kendi aralarında ahlaksız davranışları bile affeder oldular. Göstermelik bir "sayın" sözcüğü kaldı. Onun dışında saygı duyarak konuşma diye bir şey yok. Siyasetçilerimiz sosyal statü kazanmak için hem başka siyasetçilere hem halka zorbalık yapmaktan kaçınmıyorlar. Siyaseti yalnızca rekabet ve kıskançlıkmış gibi sürdürmekte ısrarcılar.

Cahil bıraktıkları yurdumuzun güzel insanlarına verdikleri büyük zarar gözler önünde cereyan ediyor. Yaşamlarını gerçek liderlik örneği olarak halka telkin ediyor, aşılıyorlar.

Yıllardır medya-siyaset işbirliğiyle özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin kafasına ebeveynlerin de katılımıyla sokulan bu liderlik ve insanlık biçimi çok yakında Türkiye’yi gerçekten yaşanılmayacak ülkeler arasına sokacaktır.