İnsanlığın uygarlaşarak Adem zamanındaki tek dine evrildiği bu zamanda, Türkiye siyaseti din satarak çağın yönetimini oluşturmaya çalışıyor.

Örneğin Osmanlı saltanat idaresi, devletin “hasta adam” olarak tasfiye edilmeye başlandığı süreçte; israf pahasına yaptığı gösterişlerle itibar kazanmaya, ayakta kalınmaya çalışmıştı. Toprak kayıpları yaşanırken donanma Haliç’te çürümeye terk edilmişti. Ama mevcut saraylara saraylar eklenmiş, sarayın israfıyla maliye iflas etmiş; Duyunu Umumiye İdaresi ile fiilen bağımlı hale düşmüştü.

Görünen o ki günümüz Türk siyaseti ile yönetimi bundan ibret-ders almamıştır. yurttaşların açlıktan intihar ettiği, mutfaklarda yangınların sönmediği, özellikle yükseköğrenimli gençlerden oluşan işsizler ordusunun büyüdüğü, toplumsal barışın bozulmaya evrildiği, sınırların kevgire döndüğü, ifşa olan siyaset-mafya-işadamı bağlantılarıyla ülkenin sarsıldığı halde; saray ve saray türü camiler inşa edilerek devlet ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bu israf ve keyfiliğin meşru gösterilmesi için de Diyanet İşleri Teşkilatı ile memurları (imamlar) kullanılıyor.

İslam’ın değil; hükümetin adamı olmayı özümsemiş saltanatçı ulema; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve mazlum halkların önderi Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret etmeyi bir strateji haline getirmiş. Cüreti de “iki sarhoş” betimlemesinden almış olmalı. Çünkü ne kadar Cumhuriyet ve Atatürk aleyhtarı görünürlerse o kadar ödülleniyorlar.

Özgürlükçü ve laik Cumhuriyet değerlerinin aşağılanması, demokratik seçim sistemini gölgeleyen uygulamalar ve “kindar-dindar” yapılanma ile verilen zararlar; terör gruplarının verdikleri ölçüye varmış. Bir siyasi partinin genel başkanı hırslılığını tarafsız cumhurbaşkanlığına tercih etmiş bir anlayış; siyasi partiler ile TBMM edilgin hale getirmiştir.

Bu nedenle inanç tarihini irdelemeye gerek vardır.

İnanç tarihine göre insanlığın ulaştığı en onurlu düzey; dinin “adalet olduğu” olarak anlaşılmaya başlandığı aşamadır. Bu evrilme, en ilkel toplumlardan itibaren şekillenmeye başlamıştır. Ne yazık ki toplumumuzda bugün, bundan geriye gitmek hüner sayılmaktadır!

*****

Totemist dönemden “tek Tanrı” inancı dönemine kadar insanlık; adalet, barış ve özgürlük için inancı manivela olarak kullanmıştır. İnsan vicdanında oluşarak yaşam bulan toplumsal örf ve geleneklerin oluşturduğu ahlak (etik); inançlarla tahkim edilmiştir.

Nitekim kent toplumlarından kent devletlerine; kent devletlerinden imparatorluklar evresine ulaşılmıştır. Bu süreçte bütünleşen toplumlar; tanrıları, dinleri ve ahlakları ile de bütünleşmişlerdir.

Bu günün insanları gibi ilkel dönem insanları da yaratılışı, evrenin oluşumunu, ölümü ve ölüm sonrasını hep merak etmiş; anlamaya çalışmışlardır.

“Pağan” denilen ilkel toplumlardan itibaren yer-gök-su tanrılarının varlığı kabul edilmiştir. Bütün tanrıların üstünde bir tek yaratıcının varlığına ve onun emrindeki alt tanrılar olduğuna inanılmıştır. Bu alt tanrılar, heykeller halinde temsil edilip mabetlere konmuş; tapınılmıştır.

Ölüp dirilme ile gerçekleşen “İnsan-tanrı” dönemi; ilk kez Sümerler ile Akadlar’da görülür. Nitekim M.Ö. 3500’lü yollardaki Akad tanrısı Dumuzin ile Babil tanrısı Tammuz, böyledir. En somut betimlenmesi; Hezekiel 814’deki uyarlamadır.

Tammuz, bereket ve verimlilik tanrısıdır. Bir bakireden doğmuş, tanrı oğlu ve kurtarıcı olarak tanımlanmıştır. Ama ölüyü diriltme veya hastaları iyileştirme, suda yürüme gibi mucizeler göstermemiş. Buna rağmen öldüğünde yas tutulmuş; dirilince de tapınılmıştır. Üstelik Gılgamış destanında aşağılanmış olmasına rağmen; Hades’in ülkesine (yeraltı-karanlıklar dünyası) inen bir kahraman olarak kutsanmıştır.

  1. İnsan-tanrı Tammuz efsanesi; Helenistik dönemden itibaren pağan inançlarda İsis-Osiris, Horus ( Mısır), Mithras ( İran), Orpheus, Dionysus (Helen), Adonis, Attis (Roma ve Frigya) gibi mitlrler olarak karşımıza çıkar. Yalnız insan olanlar ise Buda, Konfüçyüs, Zerduşt gibi öğreti sahipleridir. Ölen ve yeraltına indikten 3 gün sonra dirilen, yeniden ölerek eti ve kanı ile insanları yeryüzündeki günahlardan kurtaran, “tanrı” ile barıştıranlar ise; gizemli dinlerin sahipler olan insan-tanrılardır.

Bunlar, ikinci kez dünyaya geldiklerinde tapınılmaya başlanan tanrılardır. Tapınma törenlerinde eti ekmek olarak yenilir, kanı yahoma (şarap) olarak içilir. Tapınma ayinlerindeki coşkuyla ruhen kurtarıcı tanrıyla karşılaşılır, sonsuz yaşamla müjdelenerek kurtuluşa ulaşılır.

Çok tanrılı pağan mit veya söylencelerine göre insan-tanrılar; ruhun bedenlenerek “tanrını oğlu” olarak ikinci kez dünyaya gelen insanlardır. Öldüklerinde karanlıklar dünyasına gitmiş; oradaki acı ve ızdırapları görmüş. O nedenle yeniden dünyaya geldiklerinde kendilerini Tanrı’ya kurban ederek insanların günahlardan kurtulmasını sağlamak istemişler.

Zaman içinde çeşitli adlarla bilinen “kurtarıcı insan-tanrılara” tapınmak için düzenlenen ayinler; “aşa-i rabbani” törenleridir. Kurban olan insan-tanrının eti (ekmek) olarak yenilir, kanı şarap olarak içilirse, ruhen coşku yaşanır. O insan-tanrı görülür, sonsuz yaşamla kurtuluşa ulaşılır.

Helen ve Roma insan-tanrılarından sadece Dionysus suyu şaraba çevirmiştir. Sıpaya yan binmiş, vakarlı bir şekilde şehre girmiş; “kurtarıcı” çığlıkları ile karşılanmış. Dağda (Olimpos) öğrencilerine vaaz vermiş; dirilişini ve mucizelerini aktarmış.

Örneğin Mithras (Mitrha), suyun üstünde yürümüş.

  1. Horus, ölmüş olan Osirisi’i üçüncü gün diriltmiş.

Mitine göre Dionysus’un babası tanrı, annesi ölümlü bir bakiredir. 25 Aralık günü mağarada (ya da ahırda) 3 çobanın tanıklığında doğmuş. Suya daldırılarak vaftiz edilmiş. Böylece beden öldürülmüş. Kurban olması ise; elleri yana açılarak ve bir çam ağacına bağlanıp çivilenerek öldürülmesidir. Dünya günahları için insanlara kefaret olmuş. Hades’in dünyasına-mezara inmiş. Vaat edildiği gibi 3 gün sonra ruhen dirilmiş. Çünkü ruh ölümsüzdür.

Adı anılırsa, ananın yanında hazır olan Mithra; kral, kurtarıcı, oğul ve günah yüklenici bir insan-tanrıdır. Kendisini tanrıya kurban etiği için tanrı olmuştur. Eti “titanlar-devler” tarafından yenmiş. O nedenle anne acısı ve baba merhameti öne çıkmış. İkinci kez doğmuş (dirilme-enkarne). Tapınma töreni olan “kominyon-aşai rabbani” ayininde insan veya hayvan tanrıya kurban edilmiş. Eti yenilerek tanrı ile bir olunmuş (insan etinin yenilmesi-canniibalism).

Dionysus de beyaz bir eşeğe binerek gururlu bir şekilde şehre gitmiş. Palmiye yapraklarını yelpaze eden bir kalabalık tarafından karşılanmış. Dünyasal günahları af ettirmek için kendisini babasına kurban etmiş. Dirilişi komünyon ayiniyle kutlanmış. Eti tanrısal ekmek, kanı tanrısal şarap kabul edilmitirş (Esinlenme 18, 216, 2212. Alfa ve Omega, Başlangıç ve Son)

Eski Mısır’da Osiris de bir kral-tanrıdır. Tanrıların ve insanların yaratıcısıdır. Yerin ve gökün tek egemenidir. Dünyaya geldiğinde düşmanlar tarafından öldürülmüş. Vücudu parçalara ayrılarak farklı yerlere atılmış. Göklerde ruhsal olarak dirilmiş, sonra bedenlenerek dünyaya yeniden gelmiş. Annesi İsis ve babası Horus ile üçlü tanrı gurubunu oluşturur. Kendisine dua edilip tapınılırsa, ölüm halinde ruhu göklerde dirilerek ebedi-sonsuz yaşama kavuşulur. Osiris’in bu miti, Mısır’ın “Ölüler” kitabında ölümden sonraki yaşam ve yargılama olarak anlatılır.

Acı içinde ölen insan-tanrı olarak dirilişiyle tapınanlarını kurtuluşa ve sonsuz yaşama kavuşturmuş.

Bölgeyi gezerek konuşmalar yapmış. En önemli konuşması, dağdaki vaazdır.

Horus ise 25 Aralık günü bir mağarada (veya ahırda) bakire İsis’ten doğmuş. Bir yıldızı izleyen üç bilge adam (kahin) gelip doğuşa ve tapılacak tanrı olduğuna tanıklık etmiş. Sonra çocuk olarak babası Toth tarafından tapınağa götürülmüş. Verdiği ders ve bilgisi ile rahipleri hayrete düşürmüş. 2 hırsız arasında işkence görerek öldürülmüş. Üçüncü gün mezardan dirilmiş, yağ sürülerek mesh edilmiş. Tanrıyı tanıtmaya geldiğini, tanrının oğlu ve yol gösterici olduğunu, “kuzu” ve “aslan” olarak bin yıl yol gösterici olacağını müjdelemiş.

Kurtarıcı olduğunu ilk duyuran Anup, 12 öğrencisinden biridir.

Hastalara şifa dağıtmış. , Cin çıkartmış, delileri sağaltmış, Osirisi diriltmiş, su üzerinde yürütmüş, Tanrı ruhunu bedeninde taşımış.

Toth, bedensel ilişki yaşamamış olan bakire İsis’e, Horus’a hamile olduğunu bildirmiş. Kutsal ruhun (Knaph’ın) bedenine girdiğini söyler. Horus’un doğması, onun tanrılığını kanıtlamıştır. 3 magi hediyeler sunarak kendisini ululamış.

Roma tapınak ve mezar duvarlarındaki kabartmalarda 3 magi ile kucağında Horus olan İsis resmedilmiş. Ki bu betimlemeler, M.Ö. VI. bin yıllara aittir.

Perslerin (eski İran) tanrısı olan Mithra da 25 Aralık günü bir bakire tarafından mağarada (ya da ahırda) doğmuş. Doğuma çobanlar tanık olmuş. “Öğretmen” ve “ Efendi” diye anılmış. Köy köy gezerek vaaz vermiş; sonsuz yaşam vaat etmiş. Mucizeler göstermiş. Tanrı ile insanları barıştırmak için kendisini Tanrı’ya kurban etmiş. Mezara konduktan 3 gün sonra, 25 Mart’ta dirilmiş. Dünyaya bu yeniden geliş, yortular ve festivaller ile kutlanmış. “İyi çoban” ve “Tanrı kuzusu” olarak anılmış. Pazar günlerinde aşa-i rabbani ayinleriyle tapınılmış. “Bedenimden yemeyene, kanımdan içmeyene kurtuluş yoktur” demiş. O nedenle aşa-i rabbani ayininde et ekmek olarak yenir, kanı haoma olarak içilir.

İnsan-tanrı Mithras, dirilişten sonra göğe çekilmiş. Roma’daki tapınaklarında da aşa-i rabbani ayinleriyle tapınılmış. Bedeni ekmek olarak yenmiş, kanı haoma-şarap olarak içilmiştir.

Mithra, attığı ok ile yardığı kayadan su çıkarmış. Tapınak kabartmalarında bu durum, kayanın içinden çekilerek çıkarılan 9-10 yaşındaki çocuk olarak betimlenmiştir. Ki bu, Mithras’ın doğumu ve bakireden doğmadığına ilişkin itirazlara cevap olarak kabul edilmiş. Bir niteliği de “kaya” bir niteliği “peter” olmuştur. Mithra tapınak görevlileri Mithrzs’nın ruhunu bedenlerinden taşıdıkları için kendilerine “peter” denilmiştir.

Kabartmalarda bebek Mithra, bakire annesinin kucağında ve önünde hediye suna 3 megiyi de resmeder. İçinde çıktığı kaya ise; “namus” ve “iffet” sembolü oluyor. Çocuk Mithras ise, bütün insanları sembolize eder.

Mithra, günahları af edici tanrı oğlu (Ahura Mazda oğlu), ışığın oğlu, tanrının aslanı gibi unvanlarla da anılmıştır. Günahları af ettirme niteliğine sahiptir. Bu işleviyle başkahindir.

Tapınma günleri, kutsal Pazar günüdür. Kominyon (aşa-i rabbani ya da Efendinin günü) ayin törenleri ile ölüm cezası yaptırımları terk edilmeye başlanmıştır.

Khrishna’dan başlayıp İsa ile son bulan insan-tanrı mitlerindeki gibi, Mithras mitinde de annenin bakireliği ve ölümlülüğü belirtilir.

Bir İnsan-tanrı da Adonis’tir. Adı, M.Ö.VII. yüzyıl şiirlerinde geçer. Annesi, bakir Myrrh’dır (Myrrha). Tanrı ruhunun girdiği bir bademi yediği için hamile olmuş. Bakire olarak Adonis’i doğurmuş.

Adonis genç yaştayken Artemis’in düşmanlığına uğramış. Bir erkek domuz tarafından öldürülmüş. Mezara konduktan 3 gün sonra dirilmiş. Bu dirilişi anlatan figür veya ikonlar, tapınak duvarlarına kabartmalar halinde resmedilmiş.

Attis ise, M.Ö. 230 yılının 25 Aralık günü bakire Nana’dan Frigya’da doğmuştur. İnsanların kurtuluşu uğruna -kılıçla- Tanrı’ya kurban olmuş. Kolları yana açılarak bir ağaca bağlanmış. Elleri ile ayakları çivilenmiş.

“Göksel krallığın hadimleri” olarak adlanmış rahipleri, cinsellikten uzak olmak için hadım olmuşlar. Matta 1912 ayetine göre doğuştan hadım olanlar olduğu gibi, kendilerini hadım edenler de var.

  1. Attis, cuma günü gerilerek ve vücudu deşilerek öldürülmüş. Kanıyla yeryüzü günahları af olmuş. Hades’in dünyasına dünyasına-cehenneme) inmiş. Bedeni, tapınaklarda ekmek olarak yenmiş.

Çarmıhtayken 3. gün olan 25 Aralık’ta dirilmiş, Tanrısal baba olarak göğe yüceltilmiş.

****

İsa miti ve tapınması da bir “insan-tanrı” efsanesi benzeridir. Helen ve Roma insan-tanrı tapınmasından esinlenme gibidir:

Çünkü İsa da bakire Meryem’den ve bir dağda (ya da ahırda), 3 çobanın tanıklığında 23 Aralık günü (Krishna, Attis, Adonis, Dionysus, Mithra, İsis, Horus, Oris vb insan-tanılar gibi) doğmuştur. Çarmıha gerilip yeraltı dünyasına indikten 3 gün sonra, 25 Aralık’ta dirilmiş. Tanrı’nın oğlu olarak göğe yüceltilmiş.

12 yaşlarındayken dünyevi baba Yusuf tarafından tapınağa götürülmüş. Ders verdiği rahipler bilgisine hayran olmuş. Beyaz bir sıpaya binerek gittiği şehirde kalabalıklar tarafından karşılanmış. Her yeri gezerek halka konuşmalar yapmış. Mucizeler göstermiş. Ölüyü (Lazarus’u) diriltmiş. Kana’daki düğünde suyu şaraba dönüştürmüş. Kudüs’e girmek için havarilerine ısrarla beyaz eşek aratmış…

En önemli konuşması, havarilerine dağda yaptığı konuşmadır. Bu konuşmada “sen kayasın (petrussun)” demiş. Kaya, İsa’nın unvanlarından biri olmuş. Gökler krallığının anahtarını verdiği Simon’a, “sen artık petrussun; Petrus adıyla çağrılacaksın. Ben de topluluğu-ecclasia bu kaya üzerine kuracağım”” demiş.

(İbranice kaya, kefas demektir. Avrupa’daki kilise, Vatikan’daki tepe üzerinde bulunan Mithra merkezi üzerinde kurulmuş; Mitras tapınağı Hırıstiyanlığa uyarlanmış. Çünkü Mithra da “Peter” diye de anılmıştır).

Havarilerden birinin ihbarcılığıyla yakalanmış. İki hırsız arasında işkence görmüş. “Tanrı’nın kuzusu” çarmıha gerilerek (ya da asılarak) acı içinde öldürülmüş. Mezara konulduktan 3 gün sonra diriltilmiş. “Tanrı’nın Oğlu” mertebesine yüceltilerek göğe götürülmüş.

Kendini Tanrı’ya kurban-feda etmesi; inanların günahlarının af edilmesi, kurtuluşa ve sonsuz yaşama kavuşturulması içindir. Bu nedenle “aşa-i rabbani” (tanrısal gıda) ayininde eti ekmek olarak yenir, kanı şarap olarak içilir. Böylece Tanrı ruhu yiyenlerin bedenine taşınmış olur. Oluşan manevi coşku içinde ruhen kurtarıcı görülür, kurtuluş ve ebedi yaşam müjdesi edinilir.

Pağan inançlardaki “tanrı ruhunun bedenlenmesi” olan insan-tanrı miti; Hırıstiyan inancındaki “Tanrı’nın oğlu İsa” olmuştur. Çünkü Yuhanna “1\4 ile İbraniler 1\3, Romalılar 8\3’e göre başlangıçta sadece “söz” vardı. Söz tanrıydı. Söz bedenlenerek kişileşti, aramızda yaşadı” der. Bedenin öldürülmesi, Tanrı’ya kurban edilmesidir. İnsan günahlarına fidye olmasıdır. Bu nedenle kurtarıcı olmaktır.

Nitekim İsa, bedeni öldürme tutkusuyla Yahya’ya gitmiş. Suya batırılarak vaftiz edilmiş. Sudan çıkarken omzuna inen kutsal ruhla “Tanrı kuzusu” (Fısıh kuzusu) olmuş. Böylece “Tanrı’nın ruhu” ile “Tanrı’nın Oğlu” olarak yüceltilmiştir. Aşa-i Rabbani ayininde ekmek olarak yenilen et ile kan olarak içilen şarap, bu “Tanrı Kuzusu” eti ve kanıdır. Kurtarıcı, arındırıcı ve sonsuz yaşama ulaştırıcı iksirdir. Çünkü Tanrı ruhunun bulunduğu kurban eti ve kanı, yiyenin bedenine girmiş olur.

Yeni Ahit’in Esinleme 1\8-21 ve 6\12-22 ayetleri ile İsa’nın çarmıha gerildiği, mezara konduğu ve 3. gün diriltildiği, ululanarak göğe yükseltildiği belirtiliyor. Çarmıh sahneleri ise, “Elçiler” kitabında “atalarımızın tanrısı sizin ağaca asarak öldürdüğünüz İsa’yı diriltti. Yahudilerin ülkesinde ve Kudüs’te İsa’nın yaptıklarının hepsine tanık olduk (…) Bir suç bulamadıkları halde Platus onun idamını istedi (…) Ağaçtan indirip mezara koydular (eski ahit 5\30, 10\39, 13\29 ayetleri)” deniyor.

Paul ise, günahların af edilmesi için kendini kurban ederek kefaret ödeyen İsa’nın ağaca asılmasının lanetleme anlamına geldiğini belirtir. Tevrat’ın “ölüyü gece ağaçta asılı bırakmamalısınız; o gün gömmezseniz lanetlenmiş olduğu için rabbin mülkü ülke kirlenmiş olur” (Yasanın Tekrarı 21\22, 23) der. Ki bu ifade, ağaçta asılmaktan bahsetmeyen Yeni Ahit ile çelişir.

İsa’nın veya son dönemde Mithra’nın eti ile kanı; insan etinin ve çiğ et yenilmesinin sonu olmuştur.

****

Teolojik gerçekler böyleyken; 120 bin doğrultucunun varlığını beyan eden Kur’an dinine mensup olduğunu belirten kimselerin din istismarı; yeni birer saptırıcı olduklarını gösteriyor. Çünkü ya pağanizmde olduğu gibi çıkarlarına göre yorum, veya Yahudilerin her an pazarlıkta oldukları “Yehova tanrı” ülfetli oldukları gibi dialoğ kuruyorlar!

Kimi Kur’an Tanrısı adına baş kesiyor. Kimi lanet okuyor. Kimi ayet hükmü koyuyor. Ve kimi Muhammedi mabedi siyaset ile ticaretin ofisi haline getiriyor!

Sonra da “Tek Tanrı”nın vahyi olan Muhammedi inanca mnesup olduğunu öne sürebiliyor. Öfke ve kin kusan ağzıyla “Allah” diyebiliyor…