*
Onlar,
Eğitim hakkı için Taliban’a direnen Malala;
Parlamentoda soykırımı çığlık çığlığa haykıran Vian Dakhil;
Otobüste ırkçılığa karşı “hayır” diyebilmenin gücünü gösteren Rosa Parks;
Teröristlerce vurulduğunda bile “umut” aşılayan hostes Neerja Bhanot;
Dünyanın ilk kadın savaş pilotu olan Sabiha Gökçen;
İşçi hakları mücadelesinin “Anarşist Kadını” Emma Goldman ya da
Sokakta sadece yürüyen Ayşe, Fatma ya da Maria...
Ama,
Bu insanlar, baskı karşısında eğilmenin ya da sessiz kalmanın bedelinin daha ağır olduğunu bilen, dünyanın gidişatını değiştirecek o cesareti kuşanan kişilerdi.
‘Kritik anda da doğru olanı’ yaparak tarihe altın harflerle adlarını yazdıran, insanlığın direnen cesur kadınları...
Bugünkü konumuz, bazılarını tanıtmak ve içinde yaşadığımız her anın bir kahramanı olmayı seçebilme çağrısıdır.
Toplumsal önyargılara, cinsiyetçi engellere hatta ölüm tehlikesine rağmen, okuma hakkı ve bilgi paylaşımının temel bir insanlık görevi olduğunu bilerek yola çıkan bu kadınlar, cehaletin zincirlerini kırmak için baskılara göğüs gerip savaşan, aydınlanma yolunun sessiz devrimcileri oldular.
Gerçekten, Nelson Mandela’nın dediği gibi; “Eğitim, dünyayı değiştirmek için kullanabileceğimiz en güçlü silahtır.”
“Kadın Haklarının Savunusu” eseriyle feminist düşüncenin temellerini atan Mary Wollstonecraft, kadınların da eğitim hakkı ve entelektüel bir yaşamı olması gerektiğini savundu. Fikirleriyle direnen öncülerden biri oldu.
Kurtuluş Savaşı’mızın simge isimlerinden Halide Edip Adıvar, “Halkçılık” fikri ve Millet Mektepleriyle, eğitimin bir ulusu var etmedeki hayati rolünü vurgulamıştır.
Türkan Saylan, kurduğu ÇYDD ile binlerce kızın hayatını eğitimle güçlendirmiş, bağnazlığa karşı bilimin ve aydınlanmanın bayrağını taşımıştır.
Malala Yousafzai, Taliban’ın kız çocuklarının eğitim hakkına saldırmasına henüz çocukken kalemiyle ve sözüyle direnen bir isimdi. Onu da vurdular, ölümden döndü... Ama eylemi, onu küresel bir sembole dönüştürdü.
Hypatia, Antik dünyanın en önemli matematikçi ve filozoflarındandı. Ancak yobazların hedefi olarak linç edilip öldürüldü. Artık aklın ve bilgeliğin trajik sembolü olarak tarihe geçti.
Radyoaktivite çalışmalarıyla fizik ve kimya alanında Nobel alan, ancak radyasyon zehirlenmesi nedeniyle hayatını kaybeden Marie Curie, bilim uğruna kendini feda edişin sembolü oldu.
Değerli okurlar,
Martin Luther King Jr.,
“Haksızlığa, adaletsizliğe boyun eğmektense hapse girmeyi tercih ederim.” diyor.
İdeolojileri, inançları veya sadece “farklı” olmaları nedeniyle hedef alınan, direnseler de çoğu zaman masumiyetlerini kanıtlayamadan fikirleri uğruna hapse giren, can veren kadınlar;
totaliter rejimlerin ve sömürgeci güçlerin karşısında, en karanlık zamanlarda bile özgürlük aşkını simgelediler.
İnsan onurunun renk, ırk veya etnik kökene indirgenemeyeceğini haykırarak eşitlik mücadelesinin mihenk taşları oldular.
Mücadelelerini yalnızca insanlar için değil, evrenin geleceği için verdiler. Ağaç dikmekten barış görüşmelerine uzanan çabalarıyla sürdürülebilir ve daha adil bir dünya hayalini gerçeğe dönüştürmeye çalıştılar.
Ethel Rosenberg, casusluk iddiasıyla idam edilen, Soğuk Savaş paranoyasının trajik kurbanıydı. Duruşundan taviz vermemesi, baskıya karşı direncin sembolü oldu.
Djamila Bouhired, Fransız sömürgeciliğine karşı silahlı mücadelede yer alan, idam cezasına çarptırılmasına rağmen boyun eğmeyen bir kadındı; Cezayir’in bağımsızlık destanının kahramanlarından biri.
Aung San Suu Kyi, askeri cuntaya karşı şiddet karşıtı mücadelesiyle Myanmar’da demokrasi hareketinin sembolü oldu. Kendisine özgürlük hakkı tanındığında dahi, inandığı değerlerden ödün vermedi.
Sophie Scholl, Almanya’da Nazi karşıtı “Beyaz Gül” direniş grubunun bir üyesiydi. Onun idam sehpasındaki duruşu, sivil itaatsizliğin en trajik örneklerinden biri olarak tarihe geçti.
Irena Sendler, II. Dünya Savaşı sırasında Varşova Gettosu’ndan yüzlerce çocuğu kurtardı. Nazilerin ağır işkencesine rağmen o çocukların listesini asla vermedi bu, insanlık için sessiz bir kahramanlıktı.
Pakistan’ın ilk kadın başbakanı Benazir Bhutto, siyaseti aşırılık yanlıları ve diktatörlüklerle dolu bir ortamda yaptı. Fikirleri uğruna suikasta kurban gitmesine rağmen, siyasette kadın iradesinin varlığını kanıtladı.
Vian Dakhil, IŞİD’in halkına yönelik soykırımını Irak parlamentosundaki çığlığıyla dünyaya duyurdu. Kişisel trajedisini, bir halkın kurtuluşu için küresel bir insani yardım seferberliğine dönüştürdü.
Rosa Parks, ABD’de bir beyaza yer vermeyi reddederek ırk ayrımcılığına karşı sivil itaatsizliğin kıvılcımını çaktı. “Hayır” demenin gücünü gösterdi.
“Yeraltı Demiryolu”nun cesur kondüktörü Harriet Tubman, birçok “yolcuyu” sağ salim özgürlüğe taşıyarak, özgürlüğün sadece bir hak değil, alınacak bir risk olduğunu gösterdi.
Rigoberta Menchú Tum, yerli halkına uygulanan soykırım ve zulme karşı sesini uluslararası arenada adalet arayışına dönüştürdü.
Tıpkı George Orwell’in dediği gibi:
“Özgürlük, insanın başkalarına değil, kendine söyleyemediği şeydir.”
Onları mücadelenin mihenk taşları, özgürlük savaşçıları olarak görmek gerekir.
Değerli okurlar,
Kadın olmak, değişimin de öncüsü olmak mıdır?
Onlar, kadın olmanın bile direniş olduğu dönemlerde; bedenlerinin, kimliklerinin ve yaşamlarının kendi kontrollerinde olması gerektiğini savundular.
Mücadeleleri bazen yıllara yayıldı, bazen kritik bir anda saniyeler içinde verdikleri bir kararla şekillendi.
Tehlike anında sergiledikleri olağanüstü cesaret ve fedakârlık, sıradan insanların içindeki olağanüstü kahramanı ortaya çıkardı. Toplumun onlar için biçtiği geleneksel rolleri kırarak, “imkânsız” görüneni başararak değişimin öncüleri oldular.
Sabiha Gökçen, dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu. O dönem için neredeyse tamamen “erkek işi” olarak görülen bir meslekte sadece var olması bile, toplumsal cinsiyet kalıplarına karşı en güçlü direniş; Türk kadınının neler başarabileceğinin evrensel bir kanıtı değil midir?
Nezihe Muhiddin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınların siyasal hakları için mücadele eden, Kadınlar Halk Fırkası’nın kurucu ismi olarak Türkiye’de feminist hareketin öncülerinden biri oldu.
Zorunlu kıyafet kurallarına karşı en sessiz ve en yaygın direnişin kıvılcımı olan Mehsa Amini’nin “Ahlak Polisi” tarafından öldürülmesi, sadece bir kadının saç tellerinin görünmesi gibi başörtüsünü “yanlış” takmasından çok daha fazlasına, tüm bir rejime karşı “Kadın, Yaşam, Özgürlük” çığlığına dönüşmedi mi?
Sappho, Antik Yunan tarihinin en eski “direnme” biçimlerinden birini, kendi duygularını ve bir kadın olarak aşkını, baskıcı toplumun kalıplarına isyan ederek göstermiş, cinsellik alanında bir öncü olmuştur.
Clara Zetkin’in kadınların oy hakkı ve ekonomik bağımsızlığı için verdiği mücadele, kadın hakları hareketinin temel taşlarından biridir. O, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün uluslararası düzeyde kutlanması fikrini ortaya atan sosyalist bir feministtir.
“Anarşist Kadın” olarak bilinen Emma Goldman, işçi hakları, doğum kontrolü, ifade özgürlüğü ve sekiz saatlik iş günü için mücadele ederken defalarca tutuklanmış, sınır dışı edilmiştir. Ancak fikirlerini yaymaktan asla vazgeçmemiştir. Mücadelesi, bugünkü özgürlükçü hareketlerin habercisi, radikal değişimin sesi olmuştur.
Arap dünyasında kadın sünneti, dinsel bağnazlık ve ataerkil şiddet gibi tabuları ilk ve en sert şekilde eleştiren yazar ve doktor Nawal El Saadawi, eserleri ve aktivizmi nedeniyle hapse atılmış, tehditler almıştır. Ancak Arap feminizminin en yorulmaz sesi olmayı sürdürmüştür.
Ve evet, Simone de Beauvoir’ın dediği gibi: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.”
Son olarak insanî değerleri zirveye çıkaran, tehlike anında sergilediği olağanüstü cesaret ve fedakârlıkla kahraman olan bir kadından söz edelim: Neerja Bhanot.
Kaçırılan bir uçaktaki yolcuları kurtarmak için kendi hayatını feda eden bir hostes ve üç küçük çocuğu teröristlerin kurşunlarından korumayı seçti; teröristin saçından tutup sırtından vurulduğu anda dahi “kurtulacağız” diyerek umut aşıladı.
Václav Havel’in şu sözleriyle:
“Umut, dünyanın anlamlı olduğu inancından doğar. Umut, bir şeyin iyi sonuçlanacağına inanmak değil, bir şeyin anlamlı olduğuna inanmaktır, sonucu ne olursa olsun.”
O halde, Neerja artık içimizde yaşayacak kahraman bir kadındır.
Unutmayalım ki,
Seneca’nın dediği gibi: “Cesaret çoğu zaman gözüpeklikten daha zordur.”
Ama tarih, adlarını cesaretle yazdıran bu kadınlarla doludur.
Malala bir sınıfta, Rosa bir otobüste, Neerja bir uçakta direnmedi mi?
Margaret Mead der ki:
“Dünyayı değiştirenlerin, bir avuç düşünceli ve kendini adamış vatandaş olduğundan asla şüphe etmeyin.”
İşte bu kadınlar, o düşünceli vatandaşlardır — ve bize verdikleri dersler var.
Lao Tzu’nun binlerce yıl önce söylediği gibi:
“Bin mil uzunluğundaki bir yolculuk bile tek bir adımla başlar.”
Rosa Parks’ın oturduğu koltuk, Harriet Tubman’ın trende attığı da, Türkan Saylan’ın diktiği ilk fidan da cesurca atılmış o ilklerden değil midir?
Peki, baskılar varsa korku da olacaktır.
O ilk adım nasıl atılacak?
Nelson Mandela’nın sözleri burada yol göstericidir:
“Cesaret, korkunun olmaması değil, onun üstesinden gelmektir. Korkmayan değil, korkusuna rağmen ilerleyen kişi cesurdur.”
Bu kadınlar da korktular.
Ama korkuları onları felce uğratmadı; aksine, daha dikkatli ve kararlı hareket etmelerini sağladı.
Cesaret süreklilik ister, Sophie Scholl’un son ana kadar gösterdiği gibi.
Yol uzun ve sonuç belirsizse?
İşte o zaman Václav Havel’in “umut” tanımı devreye girer. Bu kadınlar, her şeyden önce yaptıklarının anlamlı olduğuna inandılar.
Virginia Woolf şöyle der: “Kadın olarak ülkemin tarihi yok.” Bu, kadınların tarihinin nasıl görmezden gelindiğine dair bir çığlık olurken, Italo Calvino ise hatırlatıyor: “Direnişin görevi, belleği beslemektir.”
O halde, cesur kadınların hayatlarından süzülen eylem prensiplerine bakalım:
‘Tek bir adım’ın gücüne inanın ve küçük doğrular için direnin, zira hayatınızda, hakkaniyet ve nezaket içinde büyük değişimlerin temeli olacaktır.
Bilgiyi ve gerçeği savunun. Sosyal medyadan sohbet masasına, sınıftan iş yerine kadar her yerde, hakikatin çarpıtılmasına ve cehaletin yayılmasına karşı durun.
Anlamlı olanın peşinden gidin, sonucunu düşünmeden.
Bir başkasının hakkını koruyun.
Onurunu savunduğunuz her insan artık “başkası” değildir. Sessizleştirilmiş, görmezden gelinmiş, dışlanmış herkes için ayağa kalkın.
Vazgeçemeyeceğiniz ilkeleriniz için direnin.
İtibarınızı zedeleyecek bir teklife “olmaz” deyin.
Bir değer, ancak onun uğruna bir bedel ödeniyorsa gerçektir.
Sizin için dayatılan sınırlara, kalıplara ve rollere karşı çıkın. “Sen yapamazsın” diyenlere inat, hayallerinizin peşinden gidin.
Korkunuzu yenerken cesareti hatırlayın.
Korkunuzu kabul edin, ama onun esiri olmayın.
Tarihinizi bilin.
Bu kadınların hikâyelerini okuyun, anlatın, unutturmayın.
Kendi ailenizin, toplumunuzun görmezden gelinen kahramanlarını keşfedin.
Bellek, geleceğe atılan en sağlam temeldir.
Değerli okurlar,
Tarih, içinde yaşadığımız andır. Bu kadınlar, dünyanın bir kişi tarafından da değiştirilebileceğini kanıtladı ve
konforun değil, doğrunun peşinden gittiler; bedel ödemeyi de göze aldılar.
Şimdi sıra bizde...
Onların yaktığı bu meşaleyi söndürmemek görevimiz olmalıdır:
Asla pes etmemek, doğru bildiğin yoldan dönmemek, en karanlık günde bile içimizdeki ışığı, umudu söndürmemek.
Senden büyük kahramanlıklar beklenmiyor ki!
Ne Malala gibi kurşunlara göğüs germen, ne Rosa Parks gibi tarihi değiştirmen, ne de Neerja gibi hayatını feda etmen... Sadece, kendi hayatının kahramanı ol, yeter...
Sessiz kaldığın her yerde bir Rosa Parks ol.
Otobüste, iş yerinde, aile meclisinde haksızlığa uğrayan birinin yanında sadece bir cümleyle bile olsa “Bu doğru değil.” diyebilmelisin.
Marie Curie ol; doğruları söylemekten korkmadan yanlış gördüğünü düzelt. Bu, bilginin peşinden gitmek, paylaşmak ve aydınlatmaktır.
Korktuğunda bir Harriet Tubman ol; korkunun seni ele geçirmesine de izin verme. Zira cesaret, korkusuzluk değil, korkuna rağmen ilerleyebilmektir.
Eğer kendin olmaktan çekiniyorsan, bir Sabiha Gökçen olabilirsin.
“Yapamazsın” diyenlere inat, hayallerinin peşinden git ve seni sen yapan kimliğinle, sevginle, varlığınla gurur duy. Bu duruş, Mehsa Amini’nin saç tellerinde yaptığı direnişin ta kendisidir.
Sen!
O an geldiğinde ilk adımını at...
Ve hikâyeni yaz!