Size bu yazımda büyük bir bilgeden daha doğrusu onun birkaç sözünden bahsedeceğim. Önce “bilge” nedir, kimdir, kime denir, bu soruya yanıt vermeye çalışalım. 
Her ne kadar kimilerine öznel gelecek olsa da biz yine de kendi yanıtımızı ortaya koyalım.
 
Bilmek fiilinin bil- kökünden türetilmiş biz sözcük olan “bilge”nin en temel niteliği kuşku yok ki bilmektir. Bu bilgi erdemin bilgisidir. Bilge; yaşama, nesnelere, akıp giden (ya da akıp gitmeyen ) zamana ilişkin herkesin bilemeyeceği gerek olgusal gerekse sezgisel yolla edinilen bilgilerle donanımlı seçkin kişidir. Sıradan, genel geçer bilgilerle yüklü kişileri bilge olarak nitelemek olası değildir. Bununla birlikte bilge sıradan kimselerin bildiklerini de bilen kişidir elbette… Ancak şu da var ki, bilgin ya da bilge olmak kesinlikle kimi şeylerin cahili olmaktan geçer. Bu bahis şaşırtıcı gelmemelidir. Zira bilgenin bilmesinin ayıp olacağı pek çok şey vardır.
 
Bu yazının konusunu oluşturan bilge bir sözünde şöyle diyor:
 
“Övünç duyacağı bir soyu varsa bilgisiz kulun,
Bilsin ki çamurdan ve sudandır özü soyunun…”
 
Soyla, sopla övünmenin ne denli yanlış ve ne denli hastalıklı bir durum olduğunu bu şekilde dile getiren büyük bilgemizin soyundan gelenlerin bir bölümünün kendi soylarına vurgu yaparak övündükleri olmuş mudur, ya da olmakta mıdır?  Şayet bu durum söz konusu ise o bilge için bu ne hazin bir şeydir. Zira yaşanmakta olan tam bir çelişkidir.
 
Zira, her türden ırkçı – soycu tutum ve düşünceyi reddetmek bilgeliğin özelliklerindendir. Selam olsun o büyük bilgeye…
 
“Katlanılmaz bir kötülük gelirse başına,
Suskun kayalar gibi dur ve diren tek başına…”
 
Zorluklar ve büyük felaketler karşısında takınılması gereken tavrın bilgece ifade edilişi olan bu sözü kılavuz edinmek, güvenilir bir sığınağa sahip olmak gibidir. Eğilmemek, yenilmemek, direnmek ve hiç kimseye sızlanmamak bilgece bir tutumdur. Dayanmak ve dik durmak, kimlikli ve kişilikli bir tavır olarak zorluklar karşısında bireyi güçlü kılacaktır. Zira güçsüzlük bilgeliğe yakışmaz. Yine ve yeniden selam olsun o büyük bilgeye…
 
“Kanat ger dostuna, her dem pekiştir sevgini,
İçten arzula onu, hastanın ilaç isteği gibi…”
 
Aşkın, sevginin, dostluğun ve sadakatin bilgemizin dilinde aldığı hal gerçekten son derece etkileyicidir. Sevgi, sürekli pekiştirilmesi gereken bir duygudur. Bir fidanın suya olan gereksinimi gibi desteğe ve sürekli pekiştirilmeye ihtiyaç duyan sevgi; dostta, sevgilide ve canda beliren yaşama sevincidir. Sevmenin yansıması olarak sevilenin korunması ve üzerine kanat gerilmesi de yine sevmenin gerçekliğini gösteren özenli ve yaşamsal bir tutumdur. Kişi, sevdiğini içten arzulamalıdır; tıpkı hastanın ilacı arzulaması gibi… Tıpkı toprağın yağmuru çağırması gibi… Tıpkı rüzgârın ateşi körüklemesi gibi…
 
 Büyük bilgemizden son bir sözle bu kısa yazımızı noktalayalım:
 
“En bilge insan, eksiğini kusurunu bilen kişidir,
Sözünü tutan, bencil tutkuları silen kişidir,
Kötülüklere yüz vermeyen, iyiliklerle güzelleşen
Dünya yıkılsa, öz değerlerini söyleyen kişidir.”
 
Kuşku yok ki bilge kişi, bilen kişidir. Her şeyden önce de kendini bilendir. Kendi eksiğini, kusurunu bilen kişidir. Bilgelik, eksiksiz ve kusursuz olmak demek değildir. Eksiğinin, kusurunun farkında olmak demektir. Sözünde durmak ve bencillikten arınmak da bilgelik özelliğidir. Kötülüklerden uzaklaşmak ve her zaman iyiliklerle birlikte olmak erdemli kimsenin ayrılmaz niteliğidir. Bilge kişi de aslında bir erdem anıtıdır. O, insanlığın ufkunda ve tüm yüreklerde bilgiden, şereften, alçak gönüllülükten ve sevgiden örülmüş / yapılmış kutlu bir anıttır.
 
Bilge kişi aynı zamanda kararlı insandır. Öz değerlerinden yana ödün vermez bir kararlılıkla yaşamın içinde azimle yer alan bilge kişi, kınayanın kınamasına, aşağılayanın aşağılamasına aldırmadan, herkes kendisine karşı olsa bile eşini, dostunu, yoldaşını terk etmeyen, en güç koşulda bile tökezlemeden sahip olduğu değerlerinin yanında yer alan / yer alabilen kişidir.
 
Ne var ki gerçek bilge, etrafında büyük kalabalıklar olsa da özde yalnızdır. Yalnızlık bir yazgı gibidir bilge için… Fikirde yalnız, tutumda yalnız, yaşamda yalnız, ölümde yalnız… Büyük kalabalıklar ortasında büyük bir yalnızlıktır bilgenin yalnızlığı…
 
Gerçek şu ki, Hallac–ı Mansur’un “ene’l- hak” çığlığı da bu yalnızlığa bir isyan olup kalabalıklardan kaçarak vicdanındaki Tanrı’ya koşmaktır.

Evet; Tanrı vicdandadır. Âşık İbretî’nin o görkemli ifadesiyle söyleyelim biz de:
“Biliriz Mevlayı vicdanımızda,
Allah aşikârdır seyranımızda…”
 
Adını koyan Hz. Muhammed’den aldığı iman ile, aşk ile, irfan ile bize kılavuzluk eden gönüller sultanı Ali’dir bizim bilgemiz…
Selam olsun o BÜYÜK BİLGE’ye… 
Selam olsun, o erdemler anıtı, alçak gönüllülüğün timsali olan Hz. Ali’ye…