Türkiye’nin ne denli kötü yönetildiği görülüyor.

Ekonomideki gidişat; Duyunu Umumiye İdaresi’ne gidilir gibidir.

19 yıldır “şahlandırılan, uçurulan, sıçratılan, destan yazdırılan” Türkiye; ekonomik buhran ile yüz yüze gelmiş. Şahlanan enlasyonla döviz karşısında lira pula düşürülmüş durumda.

Tıpkı Osmanlı maliyesinin iflası açıkladığı günler yaşanıyor. “Ramazan Kararnamesi” ile de kurtuluş sağlanamamıştı. Alacaklı 7 Avrupalı devlet, Osmanlı Devleti’ne olan güveni kaybettikleri için “Duyun-u Umumiye” idaresini kurmuş; kendi alacaklarını tahsil için devlet içinde devlet oluşturmuştu. 600 yıllık koca bir imparatorluk, fiili sömürge durumuna düşmüştü.

Sonrasında ise; “bütün tersanelere girilmiş, memleketin her tarafı bilfiil işgal edilmiş” idi!

Bugünse Türk ekonomisi, özellikle son dört yıldan beri yaşadığı yüksek enflasyon ve döviz şahlanışı ile adeta uçurum aşağı uçmaktadır. Sanki Osmanlı’nın son 50 yılı yaşanıyor! Zira hem Ege ve Güney sınırlarımızda ciddi tehdit eden güvenlik sorunu yaşanıyor. Hem üreten bütün kurumlar elden çıkartıldığı için enflasyon önlenemiyor. Hem işsizlik giderilmiyor. Ve hem de dolar gemlenemiyor!

Çünkü liraya güven kalmamıştır.

Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, özelleştirmelerle elde ettiği sıcak para ile ancak günü kurtardı. Ama swap aldatmacılığı ve İngiliz adaleti güvencesinde yapılan zamansız ve ölü döviz garantili betoni yatırımlar ile Türkiye; hızla yabancı vesayeti altına itiliyor!

Ozan’ın; “yiğit muhtaç oldu kuru soğana” dizesi gerçek oluyor!

Bakmayın “dış güçler” ile “kıskanılıyoruz” söylemlerine. Üstelik kıskandığı söylenen Almanya’nın şansölyesi Merkel, 13 Ağustos 2018 günü; “Almanya ekonomik açıdan gelişen bir Türkiye arzuluyor; Türkiye’nin istikrarı bizim çıkarımızadır” dediği halde kıskançlıkla suçlandı! Zaten yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de; ekonomimize dışarıdan herhangi bir müdahalenin olmadığını ve sorunun hükümete duyulan güvenle ilgili olduğunu itiraf etti.

Yıldlarır bütün ekonomik ve demokratik değerler gibi, manevi değerler de tüketildi.

O yüzden camiler parti binaları haline dönüştürüldü. İftar sofraları, gazino şenliği haline getirildi. Mutfak ve çarşıdaki yangınlar; saray pencerelerinden ve astronomik çifte maaş sarhoşluklarından görülmez oldu!

İşsizlik ve enflasyon zirve yaptı, lira pul oldu. Artık manevi telkinlerle; “şahlanıyoruz, uçuyoruz, sıçrıyoruz, kıskanılıyoruz” gibi popülizmi ile gerçeklerin üstü örtülemiyor.

Kralın çıplak, midelerin aç ve mutfaklarda yangın olduğu gizlenemiyor.

20 yıllık kesintisiz yönetim ile Türkiye’nin getirildiği yer; “ekonomik kurtuluş savaşı” vermenin gerekli olduğunun itirafıdır.

Bunalım ve umutsuzluktur!

Ne Ayasofya Cuma çıkışındaki; “… buzdolabı satışları arttı (…) Çok samimi bir şey söylüyorum; çamaşır makinası satışlarına bakın, Türkiye şahlanıyor; adeta bir uçuşun içindeyiz” sözler inandırıcı oldu.

Ne 2020 yılı başındaki; “istiklal ve istikbal için destan yazıyor; şahlanış döneminin kapılarını açıyoruz (…) hamd olsun hiçbir şey kaybetmedik (…) her alanda şaha kalktık”” sözleri ekonomik güvensizlik içindeki yurttaşlara umut verdi!

Ne 2017 için “şahlanış yılımız oldu” açıklaması inandırıcı oldu.

Ne 2018 yılı için “şahlanış dönemi kapılarını açıyoruz” ifadesi güven getirdi.

***

Her Cuma namazı çıkışlarında “şahlandık, uçtuk, sıçradık, destan yazdık, kıskanıldık…” diye diye; 2021 yılında Türkiye; Kemal Deviş’in bıraktığı 2002 yılı koşullarının gerisine taşındı.

Dolar karşısında liranın satın alma gücü; altı sıfırın atıldığı değere geriledi. Geçtiğimiz “kara pazartesi” (13 Aralık) günü 1 dolar; 14. 88 liraya kadar uçtu!

Açlık düzeyine gerilemiş olan geniş halk yığınları; küçültmek için bile “porsiyon” bulamaz oldu.

“Bakara, makara…” diyenlerin Büyükelçi yapıldığı bu memlekette, hala halk “Bakara” suresiyle oyalatılıyor: “Dünya hayatını imtihan olarak gören insanlarız. Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de –muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele” ayetleri hatırlatıldı.

Fakat ne hikmetse saray yaşamlı ve üçer beşer maaşlı kimseler için bu ayetler geçerli olmuyor. Döviz şahlandıkça Harunlar Karunlaşıyor! Asgari ücreti az bulanlar, köle gibi çalıştırılan sığınmacı emek gücüyle tehdit ediliyor! O kadar ki, eski bir Bakan; “Suriyeliler giderse sanayi sektörü çöker” deyiverdi bile.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 12 yıl boyunca arasız süren savaşlar sonunda, Osmanlı küllerinden doğdu. Her tür sömürüye karşı olduğunu dünyaya iduyurdu. Kurtarıcı ve kurucu irade ile dul, yetim ve malül yurttaş ellerinde Türk Mucizesi yaratıldı. Bir taraftan Osmanlı borçlarını öderken diğer taraftan üreten ekonomisiyle dünyada hayranlık uyandırdı.

Ne var ki kazanılmış olan bütün ekonomik ve hukuk ile demokratik bütün değerler; -sıcak para- uğruna ve yok pahasına elden çıkarıldı. Taammüden bugünkü dar boğaza gelindi.

Halbuki atalarımız, “ayağını yorganına göre uzat” demişti. “Evinde yok bulgur aşı, kendi gezer bölükbaşı” türünde israf pahasına “itibar” arayanları uyarmıştı. Fakat bu sözleri önemsemeyen ve “itibardan tasarruf olmaz” diyerek israftan ısrar eden anlayışın neye mal olduğu; yaşadığımız dar boğazdır. Hala içte ve dışta 8-9 milyon civarında –siyasal İslamcı- Suriyeli, sığınmacı gerekçesiyle beslemek marifet sayılıyor. Bunun için 50 milyar dolar sarf edildiği; Somali gibi kimi

Afrika devletlerine milyonlarca dolar hibe edildiği ifade ediliyor.

Atalar; deve bir pul iken “sal, gel” fakat bin pul iken de “al, gel” demiş. Bunu bile anlamayan hovarda ve öngörüsüz yönetim, ekonomiyi ihtiraslarına feda etmekten geri durmuyor.

Nitekim israfın itibar sağlayacağı sanıldı. Öncelikli olmamasına rağmen İstanbul Boğazı köprülerine yeni köprü ile sualtı geçiti eklendi. Geçilmeyen tüneller, uçulmayan yolcu garantili hava meydanları, ulaşılmayan hasta garantili hastahaneler, geçiş garantili transit yollar, İngiliz mahkemeleri güvenceli ölü beton yatırımlar vs ile doğmayan çocuklar dahi borçlandırıldı.

Böylelikle ekonomik bunalımın sıçrama yapması, dövizin şaha kalkması, mutfak yangınlarının orman yangınlarından daha şiddetli olması koşulları var edildi!

Üretim ve istihdam sağlayan Cumhuriyet kurumları neden birer birer satıldı? Elde edilen nakit ile saraylar, öncelikli olmaması gereken duble yol-tünel-hava alanı ve hapishane binaları vb yapıldı. Ekonomik gerçeklerle uyuşmayan israftan ısrar edildi.

Sonuçta ise, 20 yıldır ülkeyi yöneten irade; ekonominin “kurtuluş savaşı” ihtiyacında olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı! İşi “nas”a havale etti! “Faiz ilaçtır, kararlılıkla uygulayacağız” (12 kasım 2020) tespitinden, “faz haram” tanımıyla dolar sıçratılıyor! Sanki tefecilik boyutlu karın da faiz gibi haram değilmiş!

Gerek kamu mallarını müflis tüccarın malı gibi haraç mezat satın alanlar (dış güçler), gerek swap karşılığı “sıcak” döviz sağlayanlar ve gerekse Londra Mahkemeleri teminatında garantiler (imtiyazlar) elde alacaklılar; yeni bir “Duyun-u Umumiye” tehlikesi yaratmıyor?

Ya da bu olasılık, gerçek bir “beka” sorunu sayılmıyor?

Gelişmelerden kaygı duyanların “mandacı” diye suçlanmakla gerçekleri değişiyor mu?

Böylesi gidişat ile son nereye varacaktır?

***

TEKEL FABRİKALARI ÖZELLEŞTİRİLMİŞTİ

Ekonomik çöküşün temel nedeni, verilen imtiyazlar ve sarsılan güven olduğu ortadır.

Olası tehlikenin tipik işaretlerinden biri; Milli Eğitim Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığında yaşananlar ile Gümrük Yasasında yapılan değişikliktir.

Alaik eğitimle analitik akıl ve çağın uygarlığı yakalanamıyor.

Dini argümanlarla ahlakın ağlanmadığı da görülüyor:

“dindar” hükümetin Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, ortak olduğu eşinin “Nanoksia Biyoteknoloji ve Karon Mühendislik” adlı şirketine 9 milyon liralık dezenfaktan sattığı açığa çıktı. Bunun üzerine, 21 Nisan 2021 günü görevden alındı (Can Özçelik’in 16 Nisan 2021 günlü Oda tv’deki haberi). Yeni Bakan olarak Mehmet Muşlu atandı.

Ardından 8 Mayıs günü, “Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü” sorumlusu olan Bakan Yardımcısı Gonca Işık Yılmaz görevden alındı.

Sonra da bir diğer yardımcı olan Turagay görevden ayrıldı. Kamu sektöründen özel sektöre geçmiş olan Rıza Tuna Turagay; 2019 yılında Ticaret Bakanı Yardımcısı olarak atanmıştı. Bakan Pekcan görevden alındıktan sonra; Turagay da geldiği BAT’taki görevine döndü.

BAT, British American Tobacco adlı şirkettir. 2008 yılında Tekel sigara Fabrikalarını 1 milyar 720 milyon dolara satın almıştır. Türkiye ve Kuzey Afrika Kurumsal İlişkiler Kurumsal Yönetim Kurulu üyeliğine, Türkiye’de bir kamu görevlisi olan Turagay’ı getirmiştir. BAT’ın bu ülkelere sigara satışının sorumlusu olarak görevlendirilmiştir.)

Oysa Ticaret Bakanlığı, 4 Kasım 2016 günü 19 Gümrük Bölge Müdürlüklerine bir “mail” göndermişti (Serpil Yılmaz’ın 28 Nisan 2021 günlü makalesi). Buna göre Bakan Pekcan’ın adı kullanılarak bazı kanun dışı işlemlerin yapılabileceği olasılığına karşı uyarıda bulunmuştu. Ki dezenfektan olayı da tuz biber ekti.

Yapılan uyarı; aslında 27 Şubat 2012 tarihinde yürürlüğe giren ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 55. maddesine eklenmiş Bakanlar Kurulu’nun 20122924 sayılı kararına aykırı gelişmelerin gözlemi sonucuydu. Çünkü 2020 yılında Gümrüklerde bu karara rağmen 10.8 milyon paket kaçak sigara yakalanmıştı.

2924 s. karar; Türkiye üzerinden başka devletlere transit gidecek sigaraların iç piyasaya girmesini önlemek amacı taşıyordu: “Her bir paket ve ambalajında, dış paketleme ile etiketlerinde ve boş sigara paketleri üzerinde varış ülkesinin resmi dili veya dillerinde uyarıcı işaretler bulunması kaydıyla (geçişine) izin verilir” diyordu.

Acaba yakalanmayan var mıydı ve ne kadardı?

Her nedense bu karar, 9 Aralık 2021 günü Resmi Gazetede yayınlanan KHK gereğince; 10 Aralık itibarıyla yürürlükten kaldırıldı.

Acaba niçin?

Karara rağmen sadece 2020 yılında 10.8 milyon paket kaçak sigara yurda girdiği görülmüştür.

Keza aynı yıl, Dilovası Yılport Limanı’nda bazı konteynerler aranmıştır. Önce temiz raporu verilmiş. Ancak bir ihbar nedeniyle Kocaeli Gümrük Müdür Vekili (Mehmet Ali Aslan), yeniden arama talimatı vermiş. Bu kez 20 çanta içinde 540 kilo “kokain” bulunmuş. Vekil Müdür, ödül beklerken kızağa (merkezdeki müfettişliğe) alınmış.

Böylesi olaylar yaşanmasına rağmen Bakanlar Kurulu kararı, KHK ile yürürlükten kaldırılıyordu!

O ki; Ticaret bakanlığı ile Gümrük yasasındaki gelişmeler, Turagay ile de ilgilidir.

Tıpkı Milli eğitim Bakanlığı’nın, sanayide olmazsa olmaz olan ara elemanı yetiştiren “meslek” okullarını önemsemesi gibi. Varsa yoksa “İmam hatip” meslek okulları demesi gibi!

Çünkü siyasetçiler; “şaha kalktık, uçtuk, sıçrama gerçekleştirdik, destan yazdık, kıskanıldık” popülizmine halkı inandırmak için bu okul çıkışlılarına gereksinim duyuyor!