Bugün yüz yıla yaklaşan bir cumhuriyetin çocukları olarak, yine aynı soruyla karşı karşıyayız: Bu vatan kimin? Ve bu milletin geleceği kimin elinde şekillenecek?
Tarih bize şunu defalarca gösterdi: Emperyalizm, yalnızca bir işgalci güç değil; aynı zamanda akıllara musallat olan, milletleri içten içe çürüten bir hastalıktır. Ve bu hastalık, özellikle bizim gibi çok katmanlı, çok derin, tarihi sorumlulukları olan büyük milletlerin yakasını kolay kolay bırakmaz.
Yüz yıl önce, bu coğrafyanın kaderini emperyalist haritacılar cetvelle çizmeye kalktı. Sykes-Picot'un karanlık masalarında, halklar ayrıştırıldı, sınırlar keyfi belirlendi, kardeşler birbirine düşman ilan edildi. Anadolu’da ise bu oyunu bozan bir irade vardı: Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve milletin ta kendisi. Kurtuluş Savaşı yalnızca bir askeri zafer değil, bir milletin kendi kaderini tayin hakkına sahip çıktığı, ruhunu kimseye kiralamayacağını haykırdığı bir dirilişti.
Bugün aynı irade yeniden sınanıyor. Ama artık savaşlar, sadece cephelerde değil, ekranlarda, sosyal medyada, sözde barış çağrılarında yürütülüyor. Savaşın silahı bazen kalem, bazen mikrofon, bazen de halkın vicdanını sömüren bir tiyatro oluyor. Ve işte bu noktada, PKK’nın kırk yıldır sahnelediği “silah bırakma” oyununu yeniden masaya yatırmak gerekiyor.
PKK'nın Silah Bırakma Tiyatrosu: Sahne Önü ve Sahne Arkası
PKK, 1984’te Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla başladığı kanlı serüvende binlerce askerimizi, polisimizi, sivili şehit etti. Yalnızca canlar değil, umutlar, hayaller, gelecekler de hedef alındı. Ama daha kötüsü, bu örgüt yalnızca dağlarda değil, insanlarımızın akıllarına da pusular kurdu. Çünkü asıl hedef, milletin çözülmesiydi; devletin değil, toplumun direncini kırmaktı.
Zamanla taktik değişti. 1993’te, 1999’da ve 2013’te “silah bırakma” söylemleri devreye girdi. Her seferinde bir umut pompalandı kamuoyuna: “Bu iş bitecek…” Ancak her sözde barış çağrısı, yeni bir aldatmacaya, yeni bir stratejik mevzi kazanmaya dönüştü.
1999’da Öcalan yakalanınca, örgüt geri çekileceğini söyledi. Ne çekilen oldu ne silah bırakan. 2013’te ise “çözüm süreci” adıyla yürütülen en kapsamlı tiyatro sahnelendi. Devlet adeta sessizliğe gömüldü; dağdan inen teröristler şehirlerde kahraman gibi karşılandı. Oysa perde arkasında şehirlerin altına tüneller kazılıyor, cephanelikler kuruluyor, çocuklar dağa kaçırılıyordu. Netice ortada: 2015’te patlayan hendek kalkışması, bu sürecin Türkiye’ye nasıl bir tuzak kurduğunu acı bir şekilde ortaya koydu.
Bu bir barış girişimi değil; zamana yayılan bir işgal planıydı. Devletin güvenlik refleksi felç edilirken, terör örgütü taktik üstünlük elde etmeye çalıştı. Bu milletin iyi niyeti suistimal edildi. Barış isteyen halk, savaşla tehdit edildi.
Tarihten Gelen Ses: Vazifen Unutulmasın
Bu karanlık tabloya karşı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabında dile getirdiği sözlerin ne kadar hayati olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor:
“Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir…”
Bu bir tembih değil, bir uyan çağrısıdır. Bugün gençlerimize sosyal medya yıldızları değil, bu sözler ilham vermelidir. Çünkü cumhuriyet yalnızca bir idari sistem değil; bu milletin hayatta kalma manifestosudur. Ve o manifestoya saldıran herkes, doğrudan varlığımıza kastetmektedir.
Şunu açıkça ifade edelim: Bugün, kim Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmak istiyorsa ya doğrudan silah tutmakta ya da silah tutanlara bahane üretmektedir. PKK'nın silah bırakacağına inananlar, ya bu milletin tarihini bilmiyor ya da onun düşmanlarıyla ortaklık içindedir.
Bu ülke sahipsiz değil. Her bir birey, bu toprakların gerçek sahibi olduğunu hatırlamalı. “Vatan sevgisi imandandır” diyen bir medeniyetin çocukları olarak; gafletin, dalaletin ve hatta hıyanetin karşısında durmalıyız. Bugün millî birlik ve beraberliğimizi hedef alan her adım, ister sivil toplum kisvesiyle ister medya propagandasıyla gelsin, dikkatle izlenmeli, sorgulanmalı, ifşa edilmelidir.
Unutmayalım: Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası, sadece sınırlarının korunmasına değil, halkının bilinç düzeyine de bağlıdır. Ve bu bilinç, her dönemin en güçlü silahıdır.
Son söz olarak, bir hakikati tekrar hatırlatmak isterim: Bu millet her zaman yeniden doğmayı başarmıştır. Ancak hiçbir uyanış, uyarılmadan başlamaz. O yüzden tekrar sesleniyorum:
Ey Türk milleti, vazifeni unutma. Çünkü senin varlığının, hürriyetinin ve şerefli geleceğinin temeli budur.