Demokrasiye gerçekten inanmayan kişi ve çevreler; antidemokratik yapılanmayla toplumu dizayn etmeyi çok severler.
Türkiye’de de bu tür girişimler ve oluşumlar olmadı değil. Bu yüzden mehter takımı gibi uygar gidişatta iki ileri bir geri adım atıldı, atılıyor.
Dramatik olan, darbeci anlayışıyla darbe istismarcılığı ve mağduriyet edebiyatı yapmak da bir siyasi anlayış halini almasıdır. Örneğin MONTRÖ Antlaşması’nın tartışmaya açılması talihsizliği yaşanıyor. “Sarıklı” amirallerin var olmasının TSK’e yıkım getireceğini, “ Kanal İstanbul” gibi bir projenin ekonomi ve güvenliğe zarar vereceğini savunmak bile darbeciliğe yorumlanıyor!
Nitekim emekli 104 amiralin, konuyla ilgili yetkin birer yurttaş olarak kaygılarını ifade etmeleri; Türkiye’nin gündemini günlerdir işgal ediyor.
Hükümet, bir mağduriyet payı çıkardı!
Oysa uzun iktidar süreciyle halka bıkkınlık vermiştir. Ülkenin ekonomi, istihdam, dış politika vb konularda bunalım ölçüsünde yaşattığı sorunlar; toplumsal umutsuzluk ve tepkiler doğurmuştur. “Evde yok bulgur aşı, geziyor bölükbaşı” türündeki lüks yaşam ve savurganlık da hükümetin kredisini önemli ölçüde erozyona uğrattı.
Millet iş ve aş bulamazken, hükümetin muteberleri üçlü, beşli maaşlar alıyor!
Bu nedenledir ki hükümet; zevahiri kurtarmak ve tabanını konsolide etmek için yapay gündemler yaratıyor. Toplumu siyasi, etnik ve inanç bazında kamplara bölüyor, ajite ediyor. Yarattığı gerilim politikasıyla taraftarlarını muhafazaya çalışıyor.
Bununla da kalmıyor: 19 yıllık iktidarına rağmen mağduriyet edebiyatı sürdürüyor. Aradığı gerekçeyi; Montrö Antlaşması’nı savunan, Kanal İstanbul’un güvenlik konusunda zaaf yaratacağını ve darboğazdaki ekonomiye ciddi yük getireceğini ifade eden eski amirallerin “duyurusu” ile buldu.
Gerçek olan; Montrö ile “barış denizi” haline gelmiş Karadeniz’e Amerika’nın etkin olması isteğidir. Nitekim ABD’nin Ukrayna’yı desteklemek amacıyla 2 savaş gemisini Karadeniz’e yollayacağını Türkiye’ye bildirildiği kamuoyuna yansımıştır!
Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerine göre her yurttaş, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Tek başına veya topluca fikir açıklayabilir; gösteri yapabilir. Sadece kamu görevlisi olan ünüformalı ve ünüformasız memurlar (asker, polis, diğer kamu görevlisi); görevle ilgili teknik konular dışında fikir beyanda bulunamazlar. Ama bu kimseler, kamu görevinden ayrılınca veya emekli olunca; diğer yurttaşlar gibi serbest olurlar.
Montrö ve Kanal İstanbul ile ilgili teknik bilgiye, mesleki kural ve geleneklere aykırı durumlar konusunda tepki göstermek; her yurttaştan önce o teknik bilgi ve meslek sahipleri için hem bir haktır hem bir yurttaşlık görevidir.
Geçen yıl 126 emekli büyükelçi de aynı konuda bir bildiriyle hassasiyetlerini açıklamışlardı. Bunun gibi 104 emekli amiralin benzeri duyurunun (hükümet ille de bildiri diyor) da o hassasiyet ile yapıldığı anlaşılıyor. Fakat hükümet, fırsatı ganimet bilmiş; kurt ile kuzu hikayesini yaşatmaya başlamıştır.
Yazılı metinde suç unsuru bulunmadığı için, açıklamanın gece saatlerinde yapılması suç sayılıyor. Fakat 6 Nisan’da kamuoyuna açıklanması planlanan “duyuru,” hazırlayanların iradesi dışında “kumpas” davalarının tanıklarından biri tarafından saraya, “AKP’Li bir bakana” ve kamuoyuna akşamın geç saatlerinde lanse edildiği, bizzat o kişi tarafından belirtildi (8|9 Nisan gecesi Tvh’de).
Taraflı, tarafsız herkesin kanaatına göre, sıkışmış bulunan hükümet, “darbe bildirisi” diyerek gündem saptırıyor. FETÖ ortaklığı zamanındaki taktikle-kumpaslar yeniden deneniyor.
Neden “duyuru” olarak hazırlanan metin “bldiri” olarak ifade ediliyor? Çünkü “bildiri” sözcüğü, Türk insanının zihninde olumsuz çağrışımlar yapıyor:
Anımsanacağı gibi darbelerden sonra bildiriler de siyasi yaşamımızda depremler yaratmıştır. 12 Mart 1972 ile 27 Aralık 1979 Genelkurmay bildirileri, 28 Şubat 1997 MGK Bildirisi, 27 Nisan 2007 Genelkurmay Başkanı Bildirisi (Org. Yaşar Büyükanıt ile zamanın Başbakanı Recep T. Erdoğan’ın Dolmabahçe’de “mezara gidecek sır” olarak açıkladıkları) şuuraltlarına travmatik olumsuzluklar yüklemiştir.
Çünkü o bildiriler veya açıklamalar; elinde silahlı güç bulunanların hükümete müdahalesini ifade ediyordu.
Peki emekli Büyükelçiler ile emekli amirallerin hangi gücü vardır?
Hangi ifade “darbe” ihsas ediyor?
Yurt sorunlarıyla ilgili olarak emekli yurttaşların uzmanlık görüşlerini açıklamaları, ya demokratik eleştiride bulunmaları hükümete müdahale midir?
Amirallerin açıklama metninden darbe iması çıkarmak akıl ve insafla izah edilir mi?
Covit-19 deccalın sarsıntı yarattığı, mutfak ve pazardaki yangının can yaktığı, işten umudu kesen yüksek öğrenimli gençlerin ülkeyi terk etmeyi düşündüğü, askerin uzak ellerde paralandığı, Ege ve Akdeniz’de kayıplar yaşandığı, güvenlik araştırması gerekçesiyle yurttaşların manevi pranga algıladığı vb ortamda Hükümet; umut ve güven aşılayacağına iktidarı daim kılacak senaryolar sergiliyor!
“15 Temmuz” hain cüppelilerinden ders alınmamış olmalı ki; sarıklı ve cüppeli amiral yerine 65 yaş üstü olup sokağa çıkmaları bile yasak olan emekli amirallere “darbe iması” yakıştırılıyor.
Hızını alamıyor; CHP’yi de kurumsal ve azmettirici olarak lanse ediyor. 104 amiralden dördünün ve yakınlarının CHP üyesi olduğunu açıklıyor. Bizzat İçişleri Bakanı; “… o gece sabaha kadar uyumadık, tespit ettik; 4’ü ile oğlu, kızı, gelini toplam 18 kişi CHP üyesidir…” diyerek ana muhalefet partisini de darbeci ilan ediyor.
Allahım, aklıma esenlik ver.
Sanki emekli olmuş birçok asker, polis ve memur kökenli kimselerin AKP’ye üyeliği yokmuş. Sanki bütün partilerde asker, emniyet kökenli milletvekili olmamış.
Demek ki AKP Hükümeti, vatandaşları fişlemektedir. Öyle olmasa 4 amiralin yakınlarının hangi partiye üye olduklarını, yasaya rağmen, tespit eder mi? Bu yüzden mi; alel acele ve mükerrer oylama ile “Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması” yasası TBMM’den gece vakti geçirildi!
Oysa Anayasa’nın 38. Maddesi; “… Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılmaz. Hiç kimse kendisini kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya yolda dahil göstermeye zorlanamaz. Ceza sorumluluğu şahsidir” diyor.
20. madde ise; “herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatına ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” diyor.
İçişleri Bakanı, yaptığı açıklama ile bu maddeleri çiğnediğini mi övünerek açıklıyor?
Kumpas davalarında arkadaşlarına sahip çıkmayan isimleri “Duyuru” diye başlayan metin altında isimlerini gören ve bu yüzden imzalamayan emekli amiral Semih Çetin özetle Tvh’de ifade etti: “Bana gönderilen metin ile sızdırılarak açıklanan metin aynı değil. Duyuru yerine “Yüce Türk Milleti” cümlesi konmuş. 6 Nisan 2021 yerine 3 Nisan 10.45’den itibaren hem Kumpas davalarını yalancı tanığı gazeteci ile AKP’li bakana bildirilmiş. Hem de gündüz açıklana planına rağmen gece sızdırılarak açıklanmıştır.”
Demokrasilerdeki vatandaşların ülke sorunlarıyla ilgili görüşlerini açıklaması olan iki bildiriyi (açıklamayı); herkesin okuyup anlaması için aynen aktarıyorum:
126 Büyükelçi’nin 20 Ocak 2020 günlü bildiri metni:(1)
104 Emekli Amiral’in TBMM Başkanı’nın “Montrö’den de çekilebilinir” açıklamasından sonra 4 Nisan 2021 tarihinde yayınladıkları bildiri ise aynen:
(1) Saygı Öztürk, 6 Nisan 2021 sözcü.