Değerli okurlarım,

5-18 Temmuz tarihleri arasında Levent Çarşı meydanında yer alan Beşiktaş Belediyesi ve Toplumsal Yayın Grubu iş birliğiyle gerçekleşen Edebiyat ve Kitap Günleri kitapseverlerle yazarları buluşturdu. Türkiye’nin önemli yayınevleri katıldı.

Aralarında Ahmet Yavuz, Murat Sayım, Ali Haydar Fırat, Timur Soykan, Ergün Poyraz, Murat Ağırel, Cemil Kılıç, Ali Avcu, Yılmaz Dikbaş, Eylül Çifçi, Kerem Kurt, Oya Adıyaman’ın da bulunduğu çok sayıda ünlü yazar kitaplarını imzaladı.

Benim imza günlerim 7-8 Temmuz’du. Açılışın yapılması beklenen 5 Temmuz’da da oradaydım. Ne yazık ki yağmurlu ve rüzgârlı havanın azizliğine uğradık, ertelendi. Yayıncılar o gün kitapları koruyabilmek için üzerini defalarca naylonlarla kapatıp açmak zorunda kaldılar. Okurlar haklı olarak evlerinden çıkamadı.

Heyecan böylece söndü.

İlerleyen günlerde Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat fuara gelerek stantları ziyaret etti. Yayıncılarla fikir alışverişinde bulundu bol bol kitap satın aldı. Başkanın tüm halkı edebiyat ve kitap günlerine beklediği ve kitaba, yazara, düşünüre, üretene sahip çıkmaya davet ettiği basında çıkan mesajı fuarın ana fikriydi.

Beşiktaş Edebiyat ve Kitap Günleri beklenen ilgiyi göremedi
Hafta içindeki hafif yoğunluk bile hafta sonlarında beklentilerin tersine görülmedi diyebilirim. Tatile gidenler, kitaba para vermek istemeyenler ya da veremeyenler, eski Covid 19 vaka sayılarına ulaşan yeni vaka sayısının halkta yarattığı kaygı; tüm bunlar okurların yokluğunu açıklayabilecek nedenlerden.

Ancak kafelerde restoranlarda göze çarpan doluluğun aynı uzamda yer alan kitap stantlarının boşluğuyla çelişmesi elbette bunlarla açıklanamaz. Belki insanlar okuyarak değil yiyerek dertlerinden uzaklaşıyorlar. Belki de ülkede konuşulan belli başlı konular siyasilerin popülist söylemleri, zorda kalan ekonomi, stand-by’daki eğitim, Pik seviyesindeki Covid 19 Delta varyantı olduğu için halkın zihni artık başka konulara kapanmış. Sanatçılar yaşamlarını zor sürdürürken insanlardan sanata kitaba odaklanmalarını beklemek kanımca kavranması gereken gerçekliğe dikkat etmemek demek.

Benim bu yazıda öncelik vermek istediğim konu Toplumsal Yayın Grubunun Beşiktaş Belediyesiyle yaptığı iş birliğine İBB’nin belgeli Metro Müzisyenlerini katarak onlara destek çıkmış olması.

Bilindiği gibi pandemi nedeniyle kültür ve sanat alanlarında çalışanlar da zor acı günler geçirdi, geçirmekte. Neyse ki bu iş birliği sayesinde Levent Çarşı meydanı fuar boyunca çeşitli müzisyeni, müzik grubunu ağırladı.

Leventli okurlar bir yandan kitapları inceleyip yazarlarla sohbet ederken aynı anda kaliteli müzik dinledi. Keşke gelecek edebiyat ve kitap günleri müzik, dans, resim, gastronomiyle bütünleşerek zenginleşse. Bir kültür ve sanat seferberliği gerçekleşse.

Sanatın yemek içmek kadar ciddi bir gereksinim olduğu hissettirilmeli
7 Temmuz imza günümdü. İyi ki de öyle olmuş çünkü o gün orada 21 yaşındaki Violonist Furkan Taş’ı tanıdım.

Evgeny Grinko’nun Valsini yorumlayışı yüreğimi kaldırdı. Ludovico Einaudi’nin Experience parçasıyla ayaklarımı yerden kesti.

Müzisyen Furkan Taş’ın instagram hesabında okuduğum bir satır şöyle: ‘Bir keman çaldığınızda artık bir hikâye anlatıcısısınızdır’.

İşte onda sezdiğim edebiyat müzik yakınlığı buydu. Keman çalıyordu ama kendi hikâyesini anlatıyordu. Üzerimdeki etkisi o yüzdendi. Ayrıntıları öğrenmek istedim; beni kırmadı.  

Furkan Taş kendini tutkuyla, özveriyle, sabırla yetiştirmekte olan bir genç müzisyen.

Dört buçuk yıldır İstanbul’da yaşıyor ve kazancıyla eve katkıda bulunuyor. Lise yıllarında atılmış çalışma hayatına. Birine yük olmak kaçındığı en önemli şey.

Yaşamı sürdürebilmek için para kazanmanın önemi zihninde en önde. Keman çalarken bu konu yüreğini kerpeten gibi sıkıyor. ‘Bugün sanatımla ne kadar kazanabileceğim acaba’ derdi sanatını geliştirmesine en büyük engel.

Tüm Metro Müzisyenleri gibi pandemi döneminden etkilenmiş
‘Titanik batarken keman çalan müzisyen gibiyiz’ diye yazmış instagrama.

Müziğe saygısını kemana tutkusunu bundan daha güzel nasıl açıklayabilir. Gemi batmakta ama Furkan kemanın tellerine arşesiyle öyle bir dokunuyor ki seyirciyi içindeki fırtınaya, dalgalara en yüksek tonlardan geçiriyor, onu ipnotize ediyor. Titanik Faciasını yaşatıyor.

Klasik müzisyen giyimi meydanın ortasındaki asil duruşu çok şey anlatıyor. Kemanı tutuşu, arşe çekişi dinleyiciyi kimi zaman kuvvetli, kimi zaman yumuşak, kimi zaman da dolgun renklere boğuyor.  

Furkan’ın kemana hayranlığı İran asıllı ABD vatandaşı keman virtüözü Farid Farjad’ı dinlemekle başlamış. "Kemanı ağlatan adam" olarak bilinen, dünyanın en iyilerinden kabul edilen Farjad’ı dinlediğinde nutku tutulmuş, kemancı olmaya karar vermiş.

İlk kemanını 2015’te 300 liraya almış. Kayseri Belediye Konservatuvarı’na kaydolarak bir yıl öğrenim görmüş. İstediği kadar ilerleyemediğini söylediğinde öğretmeni onu lisenin müzik öğretmenine yönlendirmiş. Ücret talep etmeyen bu öğretmenden utana sıkıla ders almış. Tutku onu öyle bir sarmış ki liseyi boşlayarak kendini kemana vermiş. Sonuç: Üniversite sınavlarında barajı geçememiş.  

Utku Barış Andaç ve Ozan Sarıboğa’nın Gençlik ve Türk Marşı’ projesi

Utku Barış Andaç ve Ozan Sarıboğa’nın Türkiye’nin genç müzisyenleriyle 2020’de gerçekleştirdiği ‘Gençlik ve Türk Marşı’ projesi’nde yer almış.

‘Keman benim elimde ben de bir filmin içinde’ diyen Furkan hocası Andaç’ı yere göğe sığdıramıyor. ‘Yaratıcılık konusunda ondan üstününü tanımadım’ diyor.

Furkan’a şunu sordum: ‘Hayatta senin için olabilecek en büyük değişikliğin ne olmasını isterdin?’ ‘Hocam Andaç gibi bir müzisyen olmak’ dedi.

Önceleri müzik öğretmenliğini hedeflemiş sonra alacağı maaşın sanatına yetmeyeceğini düşünmüş. ‘Kaliteli iş çıkarabilmesi için müzisyenin kaliteli müzik aletlerine sahip olması gerekir. Öğretmenlik bunu sağlayamaz’ diyor.

Normalde Batı Müziği çaldığını ancak Metro repertuvarını halkın sevdiği Türk müziği parçalarına göre, parçaları Batı müziğine uyarlayarak düzenlediğini, repertuvarına her hafta yeni bir şarkı eklediğini, dizi müziklerinin çok sevildiğini belirtiyor.

Furkan öyle doğru öyle güzel çalıyor ki ‘acaba kendi mi çalıyor yoksa gibi mi yapıyor çünkü yanında bazı cihazlar var’ diye kuşkuyla soranlara tanık oldum.

‘Elbette kendim çalıyorum’ diye vurguladı.

En büyük arzusu Konservatuvara girmek. ‘Oradan çıkan dümdüz sanatçı, viyola sanatçısı oluyor’ diyor. ‘Ama giriş sınavını geçmek çok zor’ diye ekliyor. ‘Bunu yapmak için iki üç yıl yaptığım işimi bırakmam gerekir ki bunu yapamam’ diyor. Pandemiden önce maddi gücünün iyi olduğunu ancak salgın sırasında kredi çekerek bilgisayar ve stereo amfi aldığını, bugün de ödemekte zorlandığını söyledi. ‘Keman çalmaya çok geç başlamasaydım, daha erken daha doğru bir eğitim alsaydım böyle zorlanmazdım.’ diyor.

‘Bundan böyle hedefin nedir peki?’ dedim.

‘Önce hocam Utku Barış Andaç’ın düzeyinde bir müzisyen, yorumcu olmak’ dedi.

Yurt dışında konservatuvarlara yetenek sınavıyla girildiğini, bizde üniversite giriş sınavında barajı geçme zorunluluğu olduğunu, bunu engel olarak gördüğünü söylüyor.

Eğitimci gözüyle düşüncem

Furkan Taş’ın davranışları, sözleri, hayata bakışındaki gerçekçilik, kendine dersler çıkararak umudunu yitirmeden, çok çalışarak hedefe ilerlemesi bana bir güzel insan gösterdi. Bravo Furkan!

Düşüncem şöyle: İBBB izin belgesi verdiği Metro Müzisyenlerini daha yakından tanımalı, onları ulusal ve uluslararası çapta yönlendirmeli.

Başka ülkelerin belediyeleriyle iş birlikleri var. Elbette bir Fatih tablosu satın almasına veya İstanbul Metrosuna Paris Belediyesinin maddi desteğini alabilmesine takdirle bakıyorum. O zaman Fransa’da Avignon festivaline Furkan gibi yetenekli azimli müzisyenlerin katılmasını sağlayamaz mı? Metro Müzisyeni deyip geçmeden onlara ufuklar açmak iyi olmaz mı?

İBB yapılmayanı yaptı ve 30 bin öğrenciye burs verdi.

Aralarında Furkan Taş gibi müzisyenler var mı?

Belki de sıra dışı yetenekli sanatçı çocukları ayrı bir statüde ele alarak öğrenimlerini karşılamak gerekir. Konuyu İBB’nin bilirkişilerine havale ediyorum.

 GÖRSELLER