Mert Avcu
Karşımda, yılların birikimiyle dolu bir adam oturuyor: Ayhan Çoban. Yayder’in saymanı, yayıncılığın bu incecik, bir o kadar da sağlam damarlarından biri kendisi.
“Biliyorsun, yayıncılık işi…“diye başladı sözlerine.
Ayhan’ın sesi ağır aksak, düşünceli. Anlatırken sanki bütün sözcükleri bir torbaya koyup sonra birer birer çıkarıyor gibi. “Kâğıt fiyatları, o ithal kâğıt, şu günlerde bizim en büyük derdimiz. Döviz yükseliyor, kâğıt fiyatları ateş oluyor. Küçük yayınevleri dayanamaz duruma geldi. Kitaplar fiyatları uçuyor gidiyor raflarda. Çoğu kitapsever bu fiyatları görünce kitabı aldığı gibi reyona geri koyuyor.”
Ayhan birden sessizliğini bozarak bu hep SEKA’yı satanların suçu…” diye hınçla homurdandı. Dudaklarının arasından çıkan kelimeler, sanki geçmişe duyulan bir öfkenin külle kaplı ateşiydi. Daha “Ne olmuş SEKA’ya?” diye sormaya hazırlanırken, araya girdi. Sözünü kimseye kaptırmak istemeyen bir yorgunluğun aceleciliğiyle devam etti konuşmasına:
“Biliyor musun?” dedi; ama cevabı beklemeden kendi sorusunu kendi yanıtladı, hem de sesi giderek yükselirken
Ayhan’ın yüzüne baktığımda, yılların yorduğu bir adamın içini kemiren bir derdi görüyordum. En çok da kâğıt fiyatlarına içerliyordu. Son zamanlarda öyle artmıştı ki bu fiyatlar, neredeyse bir kitabın kapağına dokunmak bile lüks sayılır olmuştu. SEKA'nın özelleştirilmesinden sonra, yayıncılık sektörü bir anda dışa bağımlı hale gelmişti. Yerli üretim bitmiş, matbaaların kalbi sökülüp alınmıştı adeta.
Bu boşluktan doğan açgözlü fırsatçılar, Ayhan’ın deyimiyle "tefeci bezirganlar" yayıncıların ensesine çökmüştü. Artık bir kitabın basımı, sadece mürekkep ve kâğıtla değil, aynı zamanda borçla, faizle ve boynuna geçirilen görünmez bir ilmekle mümkün hale gelmişti. Ayhan’ın sesi, bu hikâyeyi anlatırken hem kırık hem öfkeliydi;
PANDEMİ YOLDAN ÇIKARDI
Pandemiyi sorduğumda gözleri biraz uzaklara gitti. “Pandemi bizi yoldan çıkardı. Kitap fuarları, o güzeller güzeli buluşmalar, yerini soğuk ekranlara bıraktı. Dijitalleşme zorunluydu ama kitap fuarının tadı başka tabi. Yazarla göz göze gelmek, imzasını almak, kâğıdın dokusu, bunlar insanın ruhunu besleyen şeylerdir. Dijital dünyanın sesi var ama ruhu yok.”
Ardından yerel yönetimlere dair içinde burukluk taşıyan sözlerle devam etti. “Kültürün kıymetini bilen yok ne yazık ki. Yerel yönetimler, bu güzel emeklere hak ettiği eli uzatmıyor. YAYDER olarak biz sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz ama daha kat edilecek çok yol var.”
Gençleri sorunca ise yüzü aydınlandı. “Gençler bizim umudumuz. Dijital dünyaya doğmuşlar, biliyorlar işin ipini. Ama sabır lazım. Öğrenmek, yılmamak lazım. Bizim dayanışma ağımız onların sırtında yükseliyor. Onlara bu konuda güveniyorum.”
Ayhan Çoban’ın yayıncılığın geleceğiyle ilgili de umutluydu: “E-kitap, podcastler, dijital platformlar... Ama hep insanın kalbine dokunan projeler olacak. YAYDER’in misyonu, sadece bugünü değil yarını da kucaklamak.”
Hava kararırken hoş sohbetimiz bitti ama o kelimelerin ardında bir yayıncının, bir kültür emekçisinin umudu vardı. Ayhan Çoban ve onun gibi nice emekçi, kitapların yalnızlığını kırmak için gecesini gündüzüne katıyor.