Türklerin geçmişi binlerce yıla dayanır ancak uluslaşmaları konusunda iki önemli olay vardır. Birincisi; Türk Kağanlığı’nın kuruluşudur. Türk Kağanlığı 552 yılında kuruldu. Kurucusu Bumin Kağan’dır. Bumin Kağan, Türk ulusunun ilk kurucusudur. Ancak Türk Kağanlığı aralıklarla da olsa yaklaşık 150 yıl yaşadı. Türk Kağanlığı, Türk dilinin görkemli yapıtları olan “Türk Kağanlığı Yazıtları”nı kutlu bir kalıt olarak bıraktı. Daha sonra yerini öbür Türk devletleri aldı. Ancak Türk Kağanlığı’ndan sonra Türk adı birkaç ayrık örnek dışında neredeyse hiç kullanılmadı. Ta ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna değin.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusunun yeniden kuruluşudur. Bir halka ulus diyebilmek için kesinlikle devletinin olması gerekir. Türk halkının Türk ulusu haline gelmesini ikinci kez sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türk’ün uluslaşma tarihi Bumin Kağan’la başlar, Atatürk’le yeniden ayağa kalkar. O nedenle Atatürk kurucu ve kurtarıcıdır. Bumin Kağan’ın kutlu kalıtını kurtarmış ve yeniden yükseltmiştir.

Türklerin en önemli ve en yaşamsal değeri, dilleridir. Bu, bütün uluslar için böyledir. Dil yoksa ulus da yoktur. Ulus dil ile var olur, devlet ile korunur.

Atatürk, Türk ulusunu devletleştirirken dilini de ayağa kaldırmıştır.

Atatürk olmasaydı Türkler bütünüyle Araplaşırdı. Arap dilini kutsal gören, Arapça adları kutlu sanan, Türk dilini küçümseyen Türkler, sözde İslam uğruna büyük ölçüde mankurtlaşıp öz soyuna düşmanlaşmıştı zaten.

Arapça sözcükler olmasa Türkçe konuşmak bile olanaksız diyen bir yığın aymaz, Türk yazın dünyasına, Türk devlet dizgesine, Türklerin dinsel yaşantısına egemen olmuş durumdaydı. Öyle ki başka yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Mehmet Akif bile Arapça olmadan Türkçe yazmak ve konuşmak mümkün değildir, Türkçe Arapçaya muhtaçtır, diyordu.

Tarihte Türk dilini yetersiz gören ve aşağılayan nice yazarlar, şairler var. Üstelik kendileri de Türk soylu oldukları halde…

Kuşku yok ki, geçmişte ve bugün Türkçeyi öven, savunan, yücelten nice yazarlarımız, şairlerimiz de var. Ama gerçek şu ki Türk dili yaklaşık bin yıl, bin iki yüz yıl boyunca çoğunlukla küçümsendi, yetersiz görüldü ve dışlandı. Kısaca yazmak gerekirse; övenler az, yerenler ve sövenler çoktu.

Türk dilinin büyük ve görkemli bir dil olduğunu, dahası varsıl ve engin anlamlarla yüklü bulunduğunu gören en önemli kişi kuşku yok ki büyük Atatürk’tür. O bir dilci gibi Türk dilini incelemiş, ondaki gizleri görmüş, varsıllığını ve gizil gücünü tanılamış eşsiz bir dilseverdir. Bilinmelidir ki, dilseverlik yurtseverlikten daha ileridir. Niyesi, yurt giderse savaşır bir gün yeniden kazanırsın. Oysa dil giderse bir daha kazanamazsın; yok olur gidersin.

Peki, ne yapmıştır Atatürk?

Cumhuriyet öncesi dönemde başlayan dilde sadeleşme hareketini ilerletip dilde özleşmeye taşımıştır. Nasıl olmuştur bu?

Büyük Atatürk, önce Türk ulus devletini kurmuş, ardından uluslaşma yolunda büyük devrimler gerçekleştirmiştir. Bu devrimlerin en önemlisi yazı devrimi ve dil devrimidir.

1 Kasım 1928’de gerçekleşen yazı devrimi ile Türk dili bin yıllık bir bukağıdan kurtulmuştur. Arap yazısı Türk dili için bütünüyle bir bukağıdan farksızdı. Atatürk Arap yazısının Türkler için ne anlama geldiğini şu sözleriyle belirtmektedir:

“… Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurmaktan; aslında iyi anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız. Bunu kavramak durumundayız. Kavradığımızın izlerine yakın zamanda bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum.”

Biz bukağı dedik ama büyük Atatürk demir çerçeve diyor. Bu nitelemeyi 9 Ağustos 1928’de Sarayburnu’nda düzenlenen bir toplantıdaki konuşmasında kullanıyor. Konuşmasının ileriki bölümlerinde Arap yazısı için ayrıca Türk’ün kafasına sarılmaya çalışılan “zincir” nitelemesinde de bulunuyor. Daha yazı devrimine yaklaşık 3 ay varken yapılan o konuşma devrime yönelik hazırlıkların bütünlendiğinin göstergesi olması açısından da büyük önem taşıyor.

Atatürk o konuşmasında, Arap yazısının Türk diline uygun olmadığını, yeni yazı ile Türk dilinin kısa sürede kendini göstereceğini, okuma yazma oranının hızla artacağını belirtiyor.

Nitekim dediği gibi oluyor ve Türk dili Arap bukağısından kurtulup özgürleşiyor. Okuma yazma oranı da hızla artmaya başlıyor. Niyesi, yeni yazı Türk dilinin ses özeliklerine uygun olduğu için Türk toplumu ivedi bir biçimde okuma ve yazmayı öğreniveriyor.

Kuşku yok ki, Türk yazı devrimi bin yılın devrimidir. Bu devrim, Türk dilinin Arapça ve Farsçaya karşı yürüttüğü özgürlük savaşının büyük bir utkuyla kazanılmasıdır.

Türk yazı devrimi aynı zamanda SSCB yönetimi altındaki Türk halklarıyla yazı birliğini sağlama amacını da güdüyordu. Niyesi, SSCB 1921’de Türk halklarına Latin yazısını kullanma zorunluluğu getirmişti. Türk yazı devrimi Türk dünyasında yazı birliğini sağlamıştı. Ancak SSCB yönetimi daha sonra; 1930’larda Latin yazısını bırakıp Kiril yazısına geçme kararı aldı ve yazı birliği yeniden bozulmuş oldu.

Yazı devrimi gerçekte daha büyük bir devrime yönelik bir hazırlıktı. O daha büyük devrim; dil devrimidir. Türk dil devrimi, büyük Atatürk’ün gerçekleştirdiği en büyük devrimlerdendir. Bu devrimin birinci hazırlık aşaması yazı devrimi, ikinci hazırlık aşaması ise Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıdır. 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün buyruğu ile Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla kurulan Türk Dil Kurumu, dil devrimi için yaşamsal önemde bir kurum olarak devrim tarihimizdeki yerini aldı. Kurumun amacı şöyle dile getiriliyordu:

“Türk dilinin öz güzelliğini ve varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek.”

Dil devriminin ateşi 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe’de yakıldı. 26 Eylül ile 5 Ekim arasında 10 gün boyunca Türk dili üzerine bildirgeler sunuldu, konuşmalar yapıldı. Birinci Türk Dili Kurultayı, dilde sadeleşme devinimini dilde özleşmeye götüren büyük bir atılımdır. Artık özleşme başlamıştı. Bütün bu çalışmaların kökeninde hangi ulusal duygu ve amacın yattığını büyük Atatürk, 1930’da yayımlanan Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” adlı kitabının iç kapağına yazdığı şu tümceleriyle ortaya koymaktadır:

“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve varsıl olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en varsıllarındandır; yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Evet, Türk dilinin özgürlük savaşımı başlamıştı. Bu savaşım, yurdu işgalcilerden kurtarmaktan da daha önemliydi. Niyesi, yukarıda da belirttiğimiz üzere yurt yitirilse savaşılıp yeniden kazanılabilir. Ancak dil yitirilirse yeniden kazanmak olanaksızdır. Dilini yitiren ulus ölür. Tarih dilini yitirdiği için ölen topluluklar mezarlığıdır. Türk ulusunun ölü halklar mezarlığına gömülmemesi için biricik yol; Türk dilinin yaşatılması, güçlendirilmesi, varsıllığının artırılmasıdır.

İşte dil devrimi böyle bir büyük atılımı belirtmektedir. Bu atılımla Türk dili hem binlerce yad sözcükten arındırılmış, hem de yeni binlerce öz Türkçe sözcük kazanmıştır. Bu yapılırken Türk dilinin yeni sözcük türetme yolları kullanılarak aslında binlerce öz Türkçe sözcüğe yaşamsallık verilmiştir.

Dil devrimi aynı zamanda öbür Türk dillerinden binerce sözcüğü Türkiye Türkçesine taşıma devinimi olmak gibi bir yöne de iye bulunmaktadır.

Büyük Atatürk, Türk dilinin büyük bilgini Ermeni kökenli yurttaşımız Agop Dilaçar’ın bildirdiği üzere; yalnızca Türkiye Türkçesi ile değil öbür Türk dilleri ile de ilgilenmiştir. Nitekim E. K. Pekarskiy tarafından hazırlanan Yakut Türkçesi’nin sözlüğünü Türkiye Türkçesine çevirtmiştir.

Atatürk, Türk dili üzerine yapılan bütün çalışmalara yüksek ilgi göstermiş, Türklük bilimci V.W. Radloff’un 4 ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü’ne sık sık başvurmuş ve ondan çokça yararlanmıştır.

Büyük Atatürk’ün Türk dili üzerine söylediği önemli özdeyişleri, açıklamaları ve demeçleri vardır. Bunlar arasında en dikkat çekici olanlarından biri şöyledir:

“Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk dili yeryüzünde en güzel, en varsıl ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir.”

Atatürk dil devrimi sırasında ve sonrasında öz Türkçe sözcükler türetme çalışmalarına doğrudan doğruya kendisi de katılarak pek çok sözcük türetmiş ve dilimize kazandırmıştır. Bunların en başında da kimi matematik ve geometri terimleri gelmektedir.

Bunlardan kimileri şunlardır:

Artı, eksi, çarpı, bölü, bölme, çıkarma, açı, üçgen, dörtgen, beşgen, dikdörtgen, dikey, düşey, yatay, kesit, türev, konum, gerekçe, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, yöndeş…

Büyük Atatürk dil devrimi çalışmaları sonucu üretilen ve türetilen sözcükleri, yaptığı konuşmalarında özenle kullanmaya başlamıştır. O sözcüklerin pek çoğu benimsenmiş, yazın dilinde ve günlük dilde de yaygınlaşmıştır. Ancak bir bölümü ise ne üzücü ki tutunamamıştır.

Dilde özleşme çalışmalarının çok hızlı ilerlemesi ve kimi sözcükler daha sindirilmeden yeni sözcükler üretmeye devam edilmesi sonucu bir dönem anlaşma güçlüğü yaşanma tehlikesi baş gösterince, büyük Atatürk, özleşme çalışmalarına ara vermiştir. Güneş Dil Kuramı ile de bütün dillerin anasının Türkçe olduğu savı üzerinden Türkçedeki her yabancı sanılan sözcüğün atılmasına gerek olmadığı düşüncesine ulaşmıştır. Bu düşünce yaşanan anlaşma güçlüğüne karşı başvurulan bir yol olarak gerekli görülmüştür. Ancak dil devrimi daha sonra yeniden yoluna girmiş ve özleşme süreci sürdürülmüştür. Özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda bile dilimiz yeni öz Türkçe sözcüklerle varsıllaşmaya devam etmiştir.

Yazımızın bu aşamasında şunu da belirtmeliyim ki, dil devrimi öncesi Atatürk’ün konuşmalarında çok sayıda Arapça ve Farsça sözcükler bulunuyorken devrim sonrası bu durum bütünüyle değişmiştir. Şimdilerde kimi kesimler, büyük Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’si üzerinden dil devrimine saldırmaya çalışmakta ve dilde özleşmenin yeni kuşakları, Gençliğe Hitabe’yi bile anlayamaz hale getirdiğini ileri sürmektedir. Oysa durum onların savladığı gibi değildir. Niyesi, o hitabe, dil devrimi öncesine aittir. Devrim sonrası öz Türkçe sözcüklerle yeniden yazılabilecek bir metin olan Gençliğe Hitabe’yi devrim karşıtlığı için istismar etmek pek dürüst bir tutum olarak olurlanamaz. Gerçek şu ki, Gençliğe Hitabe, Atatürk’ün ünlü söylevinin sonuç bölümüdür. Önceleri nutuk denilen o ünlü konuşma, sonradan SÖYLEV olarak adandırılmıştır. 20 Ekim 1927’de gençliğe yönelik olarak yazılan ve okunan hitabe tıpkı Nutuk’un öz Türkçeleştirilmesi gibi öz Türkçe olarak yazılabilir. Nitekim yazıldı da…

Gerçek şu ki, büyük Atatürk, yinelemek gerekirse yurdumuzun ve ulusumuzun ikinci kurucusu ve kurtarıcısı olduğu gibi dilimizin de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulması savaşının eşsiz öncüsüdür. Onun öncülüğünde dilimiz, önce yapısına uygun olmayan bir yazı dizgesinden kurtuldu sonra da binlerce yabancı sözcüğü bağrından söküp attı ve yerlerine binlerce öz Türkçe sözcük koydu.

Büyük Atatürk’ün öncülük ettiği ve yüzlerce yerli ve yabancı dil bilgininin katkı sunduğu dil devrimi, günlük iletişim dilinden eğitim bilimlerine, tıp biliminden hukuk alanına, yazın alanından dil bilgisi alanına, felsefeden uzay bilimlerine değin yaşamın her alanında Türk dilini yeniden doğurmuştur.

Dilimizin gücüne güç, enginliğine enginlik katan, varsıllığını daha da gürleştiren dil devrimi, Türkçenin öz kaynaklarından yararlanarak binlerce öz Türkçe sözcük üreterek anlam ve kavram dağarcığımızı genişletmiştir.

Var olsun dilimiz.

Var olsun öz Türkçeci dilcilerimiz.

Bin saygı olsun dil devriminin öncülerine.

Bin saygı olsun büyük Atatürk’e…

Yazımızı, Türk dili için yazdığım bir ozanlama / koşuk ile bitirmek istiyorum:

A diller güzeli,

A sesleri bezeli,

Enginlere saldığım,

Düşlere daldığım dilim benim...

Yok senden özge, ağzımda bir sevi

Seninle çiçeklenir gönül evi...

Türkçem benim,

Görkemli ecem benim...

Çağlayan bir ırmak gibisin sen,

Düşsek yad ellere,

Ana yurda varmak gibisin sen...