Ermeni halk, Roma ve Bizans döneminde çeşitli mağduriyetler yaşamıştır. Özellikle toplu yaşadıkları Kafkasya ve Vaspuran bölgelerinden Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürülmüşlerdi. Bu yüzden Türkler 1070’de Malazgirt’te Anadolu kapılarını açtığında; doğal müttefik olarak Ermenileri bulmuşlardı. Böylece Türkler ile başlayan birlikte yaşam; Osmanlı Devleti sürecinde de “Milleti Sadıka” anlayışı ve kabulü İle 500 yıl et ve tırnak birlikteliği şeklinde sürmüştür.

“Beyaz adam” ABD olarak kuruluşunu 1776’da tamamladıktan sonra Avrupa’dakiler gibi emperyal politikalara yöneldi. Bu aşamada en kolay politika yürüttüğü topraklar, Osmanlı toprakları idi. Çünkü Osmanlı Devleti; XVIII. yüzyılda dış devletlerin adeta güdümlüsü durumuna düşmüştü. Başta Çarlık Rusya, İngiltere ve Fransa olmak üzere birçok devlet; elde etmiş olduğu imtiyazlar ve azınlıkları koruma gerekçeleriyle Osmanlı içişlerine karışıyordu. 1881 yılından itibaren de kurdukları Duyunu Umumiye ile fiilen Osmanlı maliyesinin yönetimini ele almışlardı.

Amerikalılar, misyonerler ile gelmişlerdi. Kurdukları okullar ve hastahaneler ile ABD’ye bağlı bir topluluk oluşturdular ve bunlara yazdırdıkları rapor ve mektuplarla da bir Ermeni mağduriyeti ve sahip çıkılma gerekçeleri yaratmaya başladılar.

Birinci Dünya aşamasına gelindiğinde; terör grupları halinde harekete geçtiler. “Hasta Adam” denilen Osmanlı’nın “milleti sadıka” tebaası olan Ermeni halk; İngiltere, Fransa ve Rusya’nın vaad ve özendirmeleriyle, 1915 yılında Osmanlı Devleti’nin en zayıf döneminde; Taşnak ve Hınçak partilerinin liderliğinde ayaklandılar.

İtilaf devletleri Osmanlı Devleti’ni tasfiye edecek; onlar da “denizden denize” bir büyük Ermenistan devleti kuracaklardı. Bu ütopyayla emperyal devletlere maşa oldular; kullanıldılar. Osmanlı kuvvetlerinin cephelere dağılmalarını fırsat bilerek, ersiz kalmış köyleri yakarak, toplu katliamlar yaparak Müslüman Türk nüfusa kırım uyguladılar.

Bu durumu haber alan Osmanlı askerleri, birliklerinden kaçarak köylerine koştular, Mütekabil kırım gerçekleştirmeye çalıştılar.

Bütün çabalarına rağmen Osmanlı Hükümeti; karşılıklı vuruşmaları engelleyemedi. Özellikle Osmanlı Genelkurmayını yöneten Alman generallerin önerisiyle, “tehcir” kararı almak zorunda kaldı.

Birinci Dünya Savaşı sürerken; 15 Aralık 1917’de veliaht Vahdettin, Mustafa Kemal’in de bulunduğu bir heyetle 20 gün sürecek Almanya gezisine çıkar. Amaç; müttefik devleti ve cephelerini yakından tanımaktır. Mustafa Kemal Paşa; bu geziye ilişkin anılarını 1926’da basın mensuplarına hikaye eder:

“24 Aralık günü 20.30’da Alsas Valisi’nin evine davete gittik. Yemek sonrası vali ile Vahdettin birer koltukta kahve içiyorlardı. Bir ara Vahdettin beni bulunduğu masaya çağırdı. Gittim. Vali, Vahdettin’e bir soru sormuş. Vahdettin bazı cevaplar vermiş. Verdiği cevapların benim tarafımdan da tekrarlanmasına lüzum görerek demiş ki: -Cephede bulunmuş, memleketi tanıyan bir komutan yanımdadır; isterseniz onu dinleyiniz-

Veliahta bahiskonusu meselenin ne olduğunu sordum. –Ermeniler- dedi.

Alsas valisi Ermenileri çok iyi niyet sahibi olduklarından, Türklerin Ermenilere kötü tecavüzlerde bulunduğundan bahsetmiş. Konuğu olduğumuz dost ve müttefik milletin bir valisinin gelecekteki Türkiye padişahı ile ciddiyetle bu konu üzerinde konuştuğunu anlayınca şaştım. Naci Paşa, Vahdettin’in ağzından –bu komutan temas ettiğiniz meseleyi iyi bilir; size aydınlatıcı cevaplar verecektir- dedi.

Bunun üzerine valiye dedim ki: “Türkiye’nin veliahdı ile Almanya’nın mümtaz bir valisinin bulabildiği konuşma konusu beni hayretler içinde bıraktı. Evvela sizden şunu öğrenmek isterim. Müttefikiniz olan ve bu ittifak uğruna maddi manevi bütün varlığını veren Türkiye’ye karşı tarihin bilmem hangi devrinde var olduğunu iddia eden ve bu varlığını yeniden göstermek için dünyayı kandırmaya çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri size nereden geliyor?

Bizim hakkımızda eksik bilgilere sahip olduğunu anladım. Bu valiyle alalıca konuşmaktan kendimi alamadım. Vali, derhal bütün söylediklerinin en nihayet işitilmiş şeyler olduğundan, iddia olmaktan uzak bulunduğundan bahsederek beni yatıştırmaya kalkıştı. Dedim ki Vali hazretleri, biz cepheleri dolaşan bir heyetiz. Buraya Ermeni meselesini konuşmak için değil, fakat müttefikimiz olan ve kendisine dayanmakta olduğunuz Alman ordusunun gerçek durumunu anlamaya geldik. Onu anlamış olarak da ülkemize dönüyoruz dedim.”

Bu hatırat, Almanların yanında ve Alman generaller komutasında Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti ittifakının durumunu gösterir. Düşman devletler lehinde isyanlar ve “1915 olayları” çıkaran Ermenilerin iddialarına bir yüksek Alman valisi ile geleceğin Osmanlı padişahı olacak bir veliahdın tavrını göstermesi bakımından da ilginçtir.

Ayrıca müttefik olan Almanya’nın bile, düşman ittifak yakınında gözüken ABD gibi aleyhimize nasıl emperyal çıkarlar peşinde olduğunu da gösterir!

Aynı Mustafa Kemal’in, aynı veliaht Vahdetin’e rağmen Anadolu Kurtuluş Savaşı’na ne gibi koşullarda karar vermiş olduğunu göstermesi bakımından ise önemlidir.

Atatürk’ün 1915 dramıyla ilgili görüşlerinden biri de, 26 Şubat 1921’de Ankara’da kendisiyle ropörtaj yapan “Public Ledger” adlı Amerikan gazetesi muhabiri Clarence K. Streit’in sorularına Fransızca ve Türkçe verdiği yanıtlardır. Ki “hükümetinizin resmi görüşü nedir” sorusuna yanıt verir.

“Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük abartılar dışında Ermenilerin tehciri sorusu aslında şöyledir: Rus orduları 1915’te bize karşı saldırıyı başlattığı sırada o zaman Çar’ın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi Rus ateşi ve Ermeni çeteleri arasında sıkışmış bulduk. Yaralı askerlerimiz acımasız şekilde katlediliyor, köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde çetelerin yarattığı terör hüküm sürüyordu. Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kapitülasyonların verdiği ayrıcalıklardan yararlanarak verdikleri büyük bir silah ve cephane stoğuna sahiplerdi.

İngiltere’nin barış zamanında ve savaş sahasından uzak olarak İrlanda’ya layık gördüğü işleme hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni halkın tehciri konusunda almaya mecbur olduğumuz karar için bize karşı haklı bir suçlamada bulunamaz. Bize karşı yapılan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunların çoğu; eğer İtilaf Devletleri bizi tekrar savaşa zorlamasaydı evlerine dönmüş olurlardı.”

Bu da gösteriyor ki Atatürk; 1915 olaylarını “katliam” veya “kırım” iddialarını iftira; katledilenlerin gerçekte Türkler olduğunu belirtiyor. Tehcir kararının, Rus ordusu ile Ermeni çetelerin ateşi arasında kalmamak için alınan zorunlu bir idari karar olduğunu vurguluyor.

Zaten Nutuk’ta da olayları değerlendirir. 19 Şubat 1920 tarihinde gönderilmiş bir yazıdan söz eder. İstanbul’daki İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilciliği sözlü olarak, hükümete Ermeni Kırımını tanımasını, karşılığında İstanbul’un Osmanlı’ya bırakılacağını bildirmiştir. Bununla ilgili olrak Atatürk şu değerlendirmeyi yapar: “İtilaf Devletler aslı olmayan Ermeni kırımına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul’u da mı işgal eylemek niyetinde idiler?.. Sonraki olaylar bu görüşün doğru olduğunu göstermiştir sanırım. Fakat İstanbul Hükümeti’nin İngiliz Temsilciliği önergesinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmadığı; tersine umuda kapıldığı görülüyordu!

Kuşku edilmemek gerekir ki, Ermeni kırımı üzerine söylenen sözler gerçeğe uygun değildi. Tam tersine, güney bölgelerinde yabancı kuvvetlerce silahlandırılan Ermeniler, koruyucularından yüz bularak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. Öc aşmak düşüncesiyle her yerde acımaksızın öldürme ve yok etme yolunu tutmakta idiler. Maraş’taki o acılı olay, bu yüzden meydana gelmişti. Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Tarihte görülmemiş bu vahşeti yapanlar Ermenilerdi. Müslümanlar ancak namuslarını ve hayatlarını korumak kaygısıyla karşı koymuşlar ve savunmada bulunmuşlardı.20 gün süren Maraş kırımında Müslümanlarla birlikte kentte kalan Amerikalıların, bu olay üzerine İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri tel, bu acıklı olayı yaratanları yalanlamaz bir biçimde belirtmekte idi.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermenilerin süngü baskısı altında her dakika ölüm tehlikesi ile karşı karşıya idiler. Canını ve bağımsızlığını kormaktan başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme siyaseti,uygar insanlığın dikkatini, acıma duygularını çekecek nitelikte iken, olayların tam tersini ileri sürmek ve bundan vaz geçilmesini istemek bir öneriye nasıl güvenilebilirdi (…) Gerçek şu ki milletimiz sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi.”

İstanbul’u işgal eden İtilaf devletler donanma komutanlığı, Mecclisi Mebusan’ı basarak birçok mebus ile Osmanlı devlet adamlarını Malta’ya götürmüş. Ermeni kırımı suçlamasıyla yargılamış. Kanıtlanır bir suç ispat edemeyip beraat ettirmek zorunda kalmıştı. Savaşın o koşulları içinde objektif değerlendirmeler yapan Mustafa Kemal Paşa ise; asıl Türklerin katliama uğradığını muhabir Streit’e verdiği yanıtla ispat etmiştir:

“Gerek Dünya Savaşı sırasında gerek Mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman halka yapılan mezalim üzerinde durmak uzun zaman alacaktır. Brest-Litovsk Antlaşması’ndan sonra Rusların şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkların sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliamlar herkes tarafından bilinmektedir. Sivas’ta benimle görüşüp sonrasında Eremeni çetelerin yok ettiği şark köylerini ziyaret eden Amerikalı General Habord, geride bırakmış oldukları korkunç durumu görmüş olup bu konularda Amerikan kamuoyuna şahitlik edebilir. Taşnak çeteleri daha sonra da Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol-Gümrü Antlaşması’nın imzalanmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir.

Yunanlılara gelince; İzmir’i işgal etmelerinin ardından öyle katliamlar yaptılar ki kendi müttefiklerinin oluşturduğu İtilaf Devletleri Araştırma Komşsyon, 1919 sonbaharındaki Yunan işgalinde vilayetin her yerinde mezalim gerçekleştiğini kabullenmek zorunda kaldı. Onların raporlarında bile Yunan yetkililer yaptıklarından dolayı şiddetle kınandı.

Yunan birlikleri tarafından işgal edilen bölgelerde onbinlerce Türk vardı. Her yaştan ve cinsten insanlar katledildi. Bunun yanısıra bütün büyükbaş hayvanlar toplanıp Yunanistan’a götürüldü. İşgal ettikleri bölgelerden yüzlerce talihsiz mülteci bizim bölgemize sığındı. Bu durum, çaresizlik ve sefalete yol açmıştır.“ Büyük Taarruz aşamasında kaçan Yunanlıların yaptığı vahşet ise, bu tanım sonrasındadır!

24 Nisan 2021 günü Ermeni diasporanın iddialarına katılarak Türklerin Ermeni soykırımı yaptığını kabul beyanında bulunan ABD Başkanı Joe Biden’e ise; Türk Hükümeti önceki Başkan Trump karşısında olduğu gibi süt dökmüş kedi misali edilgin kalmıştır.

Oysa bu Amerika’ya dünya ve Türkiye’nin söyleyeceği çok sözü olmalıydı. Örneğin; Türk Hükümeti Amerikan Başkanına Prof. Dr. Hakkı Keskin’in yaptığı gibi, ABD’nin soykırım ve katliam vukuatlarını hatırlatmak gerekir:

. Avrupa’dan gidenler Kuzey Amerika’yı istila etti. Şimdiki Amerikalıların dedeleri yerli halk olan Kızılderililerin 12 milyondan fazlasını katlederek yerleştiler. Tarihteki ilk soykırım budur.

. 16-19 yüzyıllar arasında bugünkü Amerikalıların dedeleri, 35 milyondan fazla zenciyi esir ederek Afrika’dan koparıp Amerika’ya götürdü. Bunların çoğu yolda yaşamını yitirdi. Köle ticareti ve zenci soykırımı yaptılar.

. İkinci dünya Savaşı sırasında Amerika, atom bombasıyla Hiroşima ve Nagazaki’de 6 ağustos 1945’de 350 milyondan fazla Japon’un ölmesini, binlercesinin sakat kalmasını ve o topraklardaki bütün canlıların yok olmasını sağlayarak soykırımın en büyüğünü gerçekleştirdi.

. Hiçbir saldırı veya tecazvüzü olmayan Kore’ye saldıran Amerika, 1950-1953 yıllarında 4 milyondan fazla Koreliyi öldürdü.

. Emperyal ihtiraslarla 1961975 yıllarında Vietnam’a İkinci dünya Savaşında kullandığı bombalardan daha fazlasını atarak 5 milyon Vietnamlıyı katletti.

. Endonezya bağımsız hareketinin lideri Ahmet Sukarno’yu taraftarlarıyla birlikte, organize ettiği askeri darbeyle, New York Times gazetesine göre, modern tarihin en vahşi toplu katliamı ile yok etti.

. 1951’de İran Başbakanı Muhammed Musaddık ile on binlerce taraftarını, İran petrollerini millileştirdiği için desteklediği darbeyle infaz etti.

. Kongo’nun sömürgeci karşıtı ve ilk bağımsız başkanı olan solcu Patrice Lumumba; 1960 yılında CİA tarafından öldürüldü, Amerika Kongo’nun yeraltı zenginliklerine el koyarken 3 milyon kişiyi katletti.

. 1970 yılında özgür seçimlerle işbaşına gelen sosyalist Salvador Allende; ABD şirketinin elinde bulunan bakır madenleriyle endüstrisini kamulaştırdığı için, 11 Eylül 1973’te CİA destekli ordu darbesiyle onbinlerce taraftarı ile birlikte katledildi.

. Soğuk Savaş bahanesi kalmadıktan sonra sömürmeye yeni gerekçeler yarattı. BOP’u gerçekleştirmek uğruna döktüğü kanları, yok ettiği canları, yaşattığı dramları da sıralamak gerekir:

-“Kitle imha silahları var” yalanıyla 2003’te savaşa sürüklediği Irak’ta bir milyon insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. 2 milyon kişi ülkesini terk etti. 3 milyon kişi yer değiştirmek zorunda kaldı. “Çekiç Güç” ile Irak’ın 3’e bölünmesini sağladı.

- Arap Baharı ile Iraklaştırmak istediği Suriye’yi, 2011 yılından itibaren saldırttığı radikal İslamcı terör örgütleri, ÖSO adıyla ve Türkiye eliyle organize ettirdiği muhalif gruplar ve “kara gücüm” dediği PYD ile bölme eşiğine getirdi. 4 milyon kadarı Türkiye’ye olmak üzere 5.5 milyon Suriyeli ülkesini terk etti. 6.6 milyon Suriyeli yer değiştirdi. 500 milyonu aşkın Suriyeli yaşamını yitirdi ve binlercesi sakatlandı.

- Afrika Baharı bağlamında “ABD Afrika Komutanlığı” organizasyonuyla Libya Lideri Muammer Kaddafi, linç ettirilerek yüzbinlerce taraftarı katledildi. Mısır’da benzerini yaptı.

- Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeniden harita çizme derdinde.

-Soğuk Savaşı sürecinde (1945’ten 1989’a kadar) Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülkede darbeler gerçekleştirdi. Antikominizm gerekçesiyle nice ülkenin gençlerini birbirine kırdırttı. Afganistan’da yaptıkları ile yürekler dağladı.

Nice soykırımlar ve nice “temerküz kampları” faili olmasına rağmen ABD; sütten çıkmış ak kaşık gibi, mazlum halklardan söz edebilmekte; “Ermeni soykırımı” diyebilmektedir.

Ve böyle bir devletin yöneticileri karşısında Türk yöneticiler eziklik duyabilmektedir.

Erzurumlunun dediği gibi, ört ki ölem!... (7.5.2021)

1 Atatürk’ün Almanyave Avusturya Gezileri, s.46-48, Mehmet Önder.

2 Clarence K. Streit, “Bilinmeyen Türkler, Mustafa Kemal Paşa, Milliyetçi Ankara ve Anadolu’da Gündelik Hayat” s.201-202,

3 Nutuk, C-1, s. 509

4 28 Mart 1921 günlü Philadelphia Publc Ledger’de yayınlana röportaj

5 C. K. Streit, “Atatürk’ün Bütün Eserleri” C. 11, S. 62