M.Ö. 6 Şubat 356 tarihinde terörist bir olay yaşanır. Bir cinayet ve diğer anlamıyla cinnet gerçekleşir: Efes’teki Artemis Tapınağı, rahibi olan Herostart tarafından yakılır. Adını duyurmak, ünlenmek için dünya mimari harikası olan tapınağın tepesine bir meşale fırlatır. Tapınak kül olur.

Neyse ki M.Ö. 559 yılında Lidya Kralı Kroisas tarafından yeniden inşa edilir.

Krosios, Efes kentini ele geçirir ve yerini değiştirir. Kül olmuş Artemis Tapınağı yakınında yeni Efes’i inşa eder. Tapınağı da, kadını simgeleyen 127 sütün olarak 27 metre yükseltir.

Çünkü Artemis Tapınağı, kültü-dini nedeniyle dünyadan birçok insanın hac amacıyla ziyaret ettiği yer idi. Tapınak ile kenti ziyareti; kentin ticari yaşamını canlı tutuyordu.

Tapınağın tamamlanması yüz yıl sürer (Helmut Uhlig,(“Avrupa’nın Anası Anadolu” 2020 Totem Yayınevi, 1. baskı)

Tapınağın yandığı gece, Büyük İskender olarak anılacak olan çocuk da Makedonya’da doğar.

Yangın sırasında Artemis; yardım amacıyla Olimpia’da Heros’u doğuran kadının yanındaymış.

Artemis, daha önce Anadolu ve Yakındoğu’da saygı gören “Büyük Anne” kültünün bir versiyonudur. Çatalhöyük ve Hacılar’da bulunan tahta heykelleri, daha sonra mermer şeklini almıştır.

Tanrıça Artemis, çift anlama sahip, evrensel ve dişi-erkek özelliklidir. Yaşam ile ölümü ve üreme ile doğumu temsil eder. Süt veren, besleyen olarak kadın ve çocukların koruyucusudur. Göğsünde görülen iki yuvarlak kabartı; “kutsal boğa”yı (husyeleri ve meni kaynağını) temsil eder. Bu yanıyla dölleme ve üreme sembolüdür. Zıtlıkları bir arada taşıyan tanrıçadır.

Kazılarda bulunan küçük tahta ve mermer heykellerdeki betimine göre; aynı zamanda bereket, hayvan ve av tanrıçasıdır. Çatalhöyük ve Hacılar’daki heykel betimlemelerde iki hayvan kendisine eşlik eder. Büyük anne kültünü temsil ediyor.

Eskiden tanrı ve tanrıçalara insan da kurban edilirdi. Tanrıça Artemis’e de insan kurban edilmiştir. Erkek ve kadın kurbanların genç olanları daha makbuldür. Bunun en iyi örneği; tanrıçanın isteği üzerine Agamemnon’un kurban ettiği kızı İphegenia’dır. Zaten Artemis’in eski yerinde geç zaman yapılan kazılarda, insan kemikleri de bulunmuştur.

Artemis’in doğum günü kabul edilen 6 Mayıs Artemis kültü töreni de bunu gösterir: Bu ayin, M. Ö. 4. yüzyıl Efes’in “yoksul ve haksızlığa uğrayanlar” şairi Hipponax şiirinde betimlenir. Eski gelenek olarak insan günahlı olarak ilan edilir. Caddelerde sürüklenir, taşlanır ve en son yakılır. Buradaki görüntüyle Artemis; “Büyük Anne” yerini almış olan Ölüm Tanrıçası Medusa’dır. Hem yaşamın, hem ölümün hükümdarıdır.

Ki bu özelliği, Hırıstiyanlığın ilk yüzyılının sonuna kadar devam etmiştir.

Kral Hadrian döneminden beri süregelen tanrıçanın “Kutsal Mabet” rolü; 1956’da kazılarında bulunan heykellerle değişmiştir: Tahta heykel dönemi efsanesine göre, tanrıça gökten düşmüştür. Düştüğü yer de Artemis Tapınağı’nın yeri olmuştur. Mermer dönemi heykellerde, tahta olanlardan farklı olarak, “cinsel organlar” dikkat çeker. Büyük Anne olarak ön tarafta bacakların kapalı olması bakireliğin, kolların kavuşturulmuş olması da “bozulmamış bakireliğin” simgesidir.

Bu görünümüyle Artemis, “Bereket Tanrıçası”dır. Bu yüzden mermer heykel, aynı zamanda zıtlıklar işaretidir.

M.Ö. 3.yüzyılda “ayaklı kütüphane” denilen şair Kallimachos; eskiden gelen evrensel düşünceyi tanrıçanın temsil ettiğini “Artemis İlahisi” ile belirtir. Onun her şeyi kapsadığını, Büyük Tanrıça olarak ününün “Olimpik Tanrılar” diyarı olan Efes sınırlarını aştığını ifade eder.

Nitekim Fransa’nın Rone ırmağı başlangıcında, İspanya’nın doğu kıyısındaki Kartaca’da da Artemis Tapınağı var. Efes’ten kaynaklanmış olup olmadığı bilinmiyor. Fakat Anadolu’dan gittiği kesindir. Artemis kültünün yaygınlığı açıkça görülüyor. Yakındoğu ile Akdeniz arasında sayısız düşünce ve inançlarda var olan figürdür. Her yıl Efes’teki tapınağa dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçiler, buranın bir hac merkezi olduğunu gösteriyor.

Tanrıçanın kutsallığı ve saygınlığı, Pers ülkesinden Avrupa’ya kadar kabul görmüştür.

Nitekim Pers Kralı Kyors-Darius, Küçük Asya’ya yaptığı seferlerde Artemis tapınaklarını koruma altına almıştır. Tıpkı Hannibal’ın tanrıların vaftiz ettiği Kapodya’daki tapınağı koruduğu gibi. Zaten Artemis Tapınağı rahip ve rahibelerinin nüfuzlu durumları bir koruma nedeni ve gücü olmuştur.

*** *** ***

Efes’teki Artemis Tapınağı’nın kül olduğu gece Makedonya’da doğmuş olan çocuk İskender, Kral İskender olarak Persia merkezi olan Ekteban’ı ele geçirir. Bu nedenle düzenlenen törene, Artemis maskesiyle katılır. Böylece tanrısal gücün (Artemis gücünün) kendisinde olduğunu ifade eder.

Anadolu ve daha sonra Yunan tanrıları; insanlaşma sürecinde girmiştir. Büyük Anne kültü gibi Artemis Kültü de değişiştir. Ki bu değişim; “tek Tanrı” sürecine evrilir.

Evrilen yeni kült; Meryem Ana Kültü olacaktır.

İskender ve ardılı Lysimachos döneminden sonra Artemis, Sidonlu Antipatos hicvinden anlaşıldığı gibi, dünyanın bir harikası olduğu kabul edilir. Efesliler, tapınağı yeniden inşa eder. Bunun için hacılar kurbanlarını, kadınlar ziynetlerini ve erkekler de emeklerini verirler. İskender’in inşaatı tamamlama isteğini gurularına yedirmezler. İskender de Efeslilerin Persia’ya vermekte oldukları vergiyi inşaata vermelerini emreder.

Askeri başarılarından sonra Büyük İskender, birlik ve eşitlik fikrini savunur. Evrensel Büyük Anne olarak Artemis’i sembol ve güç kabul eder. Ama giderek Artemis Tapınağı eski görkemin gerisinde kalır. Ancak büyük bir banka ve ekonomi merkezi haline dönüşür. İskender’in ölümüyle evrense düşünce olmaktan uzaklaşır.

İskender’in ardılları (286-281) sonrasında Efes, Ön Asya sahillerinin oyuncağı haline düşer. Persli Sölistler, Pontuslar ve Anadolu’ya yerleşmekte olan Romalılar olmak üzere 3 gurup arasında sıkışır. Partlılar da tuz biber olur. Kendilerini Pontus tehdidi altına gören Helenler (Yunanlılar) umutlarını Romalılara bağladı; Efes’i Roma’ya açtı. Onlar da yardım diye gelip yerleştiler.

Asya’nın efsanevi dini, Persler’in dini olan Mithras’dır. Sıkışan Efesliler, bu dinin koruyuculuğuna sığındılar. Zira Pontus kralı Mithrades, tüm ülkede Dyonisos ve İskender düşüncelerini yerine getirir, sempati toplar.

Nitekim batıdan Anadolu’ya yönelen tehlike; Mithrades tarafından, 6 ayda kurduğu hakimiyetle bertaraf edildi. Önceden hazırladığı planla sadece bir gün içinde 80 000 Romalı erkek, kadın ve çocuk öldürttü. Efes’te de dolandırıcı, açgözlü, istismarcı vb görülenlere işkence başlattı.

Ama bunca sertlik; Mithrades’e duyulan sempatinin kısa zamanda Anadolu, Karadeniz ve Yunanistan’da kaybolmasına neden oldu; aforoz edildi. Acımasız valisi Zenobius, suikast ile öldürüldü.

M.Ö 85 yılında Mithrades de Cheronea yakınlarındaki Sulla’da Romalı Lucius tarafından öldürüldü.

Lucius, intikam amacıyla Anadolu’ya ayakbastı. Ceza olarak Asya eyaletine 20 000 talant (524 000 kg gümüş değeri) istedi. Askerler ağır eziyet ve sömürü yaptı. Garnizon dışında da çete ve haydutlar yağmalarla halka kan kusturdular. Sulla eyaleti. Bir daha toparlanamadı. Efes’teki eski Helen uygarlığı söndü. Romalılar, burayı sömürge etti ve yeni mimari stil getirdi. Sadece Artemis’in dinsel yaşam şekli kaldı. Mithrades gibi Romalı krallar da Artemis’i korudu. Bu da politik belirsizlik karşısında Artemis’i “sığınma yeri” haline getirdi; önemini arttırdı.

Kral Mithrades, Artemis Tapınağı etrafını 200 metre genişletmişti. Mısır Kraliçesi Kleopatra ile birlikte Efes’e gelen Roma İmparatoru Antonius da bir o kadar genişletti. Ne var ki Kleopatra; kız kardeş ve II. Ptolemais’in karısı ve kızı olan Arsinoe’yi bu alanda öldürttü. Bunun üzerine Politikacı Augustus da, suçlu ve teröristler için adeta serbest bölge haline gelmiş bu sığınma alanını kısıtladı.

Artemis Tapınağı’nın “sığınma” yeri olması devam etti. Ancak Mithra Tapınağı ve Mısırlı tüccarların yaptırdığı Serapis Tapınağı ile Eleusis efsaneleriyle bağıntılı Demeter Tapınağı karşısında kuvvetli bir güç oldu.

Gösterişli ve keyifli Artemis yaşamı, yaygınlaşan şiddet ve suç ortamında yıpranmaya başladı. Gerçek yaşamla bağı olmayan “yalancı” dinler ortaya çıktı. Bunalan insanlar, kurtuluş ve yardım arayışına yöneldi; rahipler etkilerini arttırdı.

Tacitas’ın “Yıllıklar” adlı eserine göre Kral Tiberius zamanında tüm halklar Efes’teki majeste Büyük Tanrıça huzurunda eğiliyordu. Çünkü Artemis, barınma ve şefkat özelliğiyle öne çıkmış; Büyük Anne rolüyle saldırı ve zulme uğrayanların koruyucusu olmuştur.

İtilip kakılan ezik insanlar, Artemis Kültünü kurtarıcı görüyordu. Hırıstiyanlığın ilk yıllarındaki gibi bir akım gelişmiştir.

Bu akım, kişisel güçleri koruyan Artemis Tapınağı’nın devletle ilgili görevleri ve rahipler ile daha güçlenmiştir. Romalıların saygı duymasıyla koruyuculuğu sürmüştür.

Roma, Efes’i eyaletin merkezi yapar. Kral ile çevresindeki güçlüler, Roma askerler ile vatandaş ve avam (güçsüz halk ile esirler) olmak üzere halkı da üçe ayırır.

Augustus’un ölümünden sonra vatandaş ile avamın yaşamlarını iyileştirme talepleri yükseldi. Ancak “kurtarıcı” düşüncesi, “keyifli yaşam” içindeki diğer iki gruba kadar uzanmıştı. Dünya gücü haline gelen Roma; çelişkili gerçekler içine girmiştir.

Sayısız kölenin vahşi bir acımasızlıkla öldürülmesi, artmakta olan Hırıstiyanlara yönelik işkenceler, kimileri için zevk aracı olmuştu. Fakat insanları aşağılayan iğrençlik kabul edilmeye de başlanmış. Bu durum, Roma’nın yaşamla ilgili düşüncelerinin sorgulanmasını başlattı.

“Çoban Öyküleri” yazarı Vergilius, M. Ö. 40’larda “Bir Çocuğun Doğumu” eseriyle “dünyada altın zaman başladığını” haykırdı. “Bir kurtarıcı doğumu Artems’den yardım bekliyor” kehanetinde bulundu. Çocuğun, İsa olduğu yorumlandığı kadar, İmparator Augustus ile de ilişkilendirildi. Her halükarda bu öngörü, bir devrim mucizesi ümidi yarattı.

Yeni kurtarıcı; bir peygamber, bir aziz, bir mucize sahibi olacaktı. Bu beklenti; İsa mucizesi şeklinde gerçekleşir.

Hırıstiyanlık için Efes; önemli bir kent olur. Çünkü Tarsusulu Pavlus ile Yuhanna burada İncil’i yaydılar. Bir vaiz olarak Pavlus; öğretmen ve keramet sahiplerinden ilgi gördü. Burada Aftemis’i onurlandırmanın bırakılıp Hırıstiyanlık dinini kabule etme çağrısı yaptı. Bu yüzden kentteki Ortodoks Museviler ile Artemis kültünün avantacıları büyük düşmanlık gösterdiler.

Bu tepkiler karşısında Efes’i terk etmek zorunda kalan Pavlus; daha sonra tekrar gelir.

Yuhanna ise, “çağrı” amacıyla 66 yılında Kudüs’ten Milet’e geldiğini söyler. İncili’ni, Anadolu’da yazar. 44 yılında başı uçurulan Yakup’un kardeşi, Zebadi’nin oğlu ve “göl balıkçısı Genezareth” olarak bilinir. Söylenceye göre 37 ve 49 yıllarında gelmiş, 7 Hırırstiyan Birlik (Smyrna-İzmir, Persamon-Bergama, Thyalma, Sardes-Sard, Philadelphia, Theres) kurmuş.

Eusebius Kilisesi ise 2. Yuhannadan söz eder. İsa’nın yoldaşı, Protestan kşlşsesi cemaatini temsil eden, Katolik kilisesinde papaz-rahip olduğu öne sürülür.

Yuhanna, iyi bir Yunanca ile İncil yazdığına göre, bir göl balıkçısı olamayacağı düşünülür. Kendisine geldiğini söylediği “Apakalips” de aynı kalemden çıktığı görülmüştür. Çocukları kiliseye kabul edecek kadar geniş bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor. Bir kadının ölen kocasını diriltme mucizesi, Artemis Efes’inde işini kolaylaştırmıştır.

Bütün keramet sahipleri gibi halktan değil, Roma’dan tehdit görmüş. 81 yaşında imparator olan “tanrısal kral” Domitian’nın istediği kurbanı getirmediği için zincire vurularak Roma’ya götürülmüş. Fıçıda kaynayan suya batırılmasına rağmen zarar görmemiş. PATMAS adasında anlaşılmayan görüşler kalem almış. İmparator Domitian 96 yaşında koruması tarafından öldürülmesinden sonra Efes’e gelir. Yüzyılı aşan bir ömür yaşar.

Yuhanna, gelecekte insanı besleyen tek öğenin sevgi olduğu vaazı vermiştir. Böylece “Koruyucu, Üreme ve Bereket Tanrıçası” Artemis’le ilişkilenen öğretiyi ortaya koymuş. Bakire Artemis tanrıçalığından “Tanrı Anası” Bakire Meryem” olgusuna evrilinmiştir. Mesih’in son anda anası ile ilgili tavrı da bu tür yorumlara gerekçe oluyor.

Böylesi olağanüstü olay ve ilişkiler yaşanmasaydı, belki de Hırıstiyanlık, birçok inanç gibi unutulur giderdi. Nitekim efsanevi Asya dinlerinin izleri; özellikle Katolik ve Ortodoks mezheplerde fazlasıyla görülmektedir.

ZEYİL:

Tek Tanrılı inançlar dahil bütün inançlar veya dinler; öncekilerden etkilenmiş ve esinlenmiştir. Aslında tümü, Yaratıcı’nın tekliğine inanmıştır. Pagan inançlarda alt tanrılar varlığına inanılmıştır. Tek Tanrılı dinlerde o alt tanrılar, melek olarak karşımıza çıkar.

İbrahim Peygamber ile teolojide başlayan dönüşüm; Musa Peygamber ile sistemize olur. Ama “10 Emir” dışındaki Zebur ve Tevrat; Musa’nın yedi yıl çobanlık yaptığı Kenan’daki Yehova Tanrı rahiplerince yazılarak günümüze aktarılmıştır. İsa Peygamber öğretisi de, “havariler” tarafından yazılarak sonraki zamanda kabul edilmiştir. Havarilerin ve imanlı alimlerin yazıları, “kutsal yazılar” olarak vahiy kitabı olması gereken İncil içine konmuş. Kutsal yazılar, “vahiy” hükmünde kabul görmüştür.

İslam’da ise, önceki durumlar öngörülmüş olmalı ki; Muhammed (sas) peygamber, nazil olan her vahiyi yazılı hale getirerek sonraki zamana aktarmıştır. Musevi ve İsevi rahip ve havarilerin yaptıklarını; Muhammed’in “çar-ı yar” takipçileri yapmamıştır. Çünkü yazılı surelere ekleme yolu kapatılmıştır. Fakat peygamber ile ilk dört halifesinden sonra gelenler; Raviler olarak rivayete dayanarak “hadis” yazmaya başlamış. Bunları sureler toplamı olan Kur’an’ın önüne koymuşlar.

Nitekim ilahiyatçı Ayşe Sucu, “…861’den bu yana İslam’ı yöneten ve uygulayan…” rivayet eden ve bunu kabul edenler olduğunu belirtir (18 Ocak 2021 günlü Sözcü’deki makalesi). Rivayetçileri Hadisciler, Tasavvufçular, Mukallitler ve Kelamcılar olarak dört guruba ayıran Sucu; İslam’ın ilk yüzyılının ikinci çeyreğinden itibaren hadisçilerin, ikinci yüzyılında mukallitlerin (takitçiler), üçüncü yüzyılında tasavvufçuların ve dördüncü yüzyılında kelamcıların rivayete başladığına dikkat çeker.

Bu dört rivayetçi gurubun ortak yanlarının; “1-din akılla olmaz; imamlar dışında kimse tarafından anlaşılmaz. 2-İmamların içtihatları kıyamete kadar yeter. 3-Onların dediğinin anlaşılmasıyla her şey çözülür. 4-Kur’an Hadis’e eşittir; hatta anlaşılması hadise bağlıdır” anlayışıyla hareket ettiklerini belirtir. Böylece “şablonlara dönüştürülmüş” öğretiyle ahlak ve bilgi temelli bir kişilik ve karakter yerine “robot” yaratılacağını savunur. Oysa “teslimiyetçi” bir iman yerine “akıl odaklı” bir iman ile gerçek Müslüman olunacağını; dinin ürettiği iman ile aklın ürettiği imanın birbirini zıddı değil, birbirinin tamamlayıcısı olduğunu belirtir. “Her gerçek doğru, her doğru gerçek olmayabilir; ama her ikisi birlikte hakikat ifade eder” olduğunu vurgular

Ama insanlarımız hala ne Firavun’dan, ne Emevi’den ve ne de “Allah-ü ekber” deyip kafa kesenlerden ibret almış görünmüyor!