AKP’nin büyük stratejisi hiçbir şey yokmuş her şey normalmiş gibi davranmak.

Bu konuda iki temel yapıdan destek alıyor. Birincisi medya havuzu. Bunlar gazı sürekli en üst düzeyde tutuyor. Binali Yıldırım gibi yıpranmış bir ismi bile adeta taze başlangıç diyerek piyasaya sürebiliyorlar.

İstanbul’da 2 kez yenilmiş bir isimden hikaye çıkarmak hiç de yabana atılır bir şey değil. Özellikle teknik bazı tabirler kullandırdıkları Yıldırım, AKP’nin rant projelerini olmazsa olmaz hayat memat planlamaları olarak sunuyor.

Kanal yaparsak Hidrojen Sülfür’ü buradan taşıyacakmışız. Hatta tek kanal da yetmeyecekmiş vs. Şimdi Hidrojen Sülfür nereden çıktı, hayatımız nereden bu zehirli gaza bağlandı bilemiyoruz. Ama Binali Yıldırım bunu Ahmet Hakan’a söyleyince her şey bir anda toz ve pembe oluyor. İkna oluyoruz.

Binali beyi buradan uyarmak şart. Ahmet Hakan’a çok güvenmesin. İstanbul seçimleri için de startı onunla vermiş ama bir değil tam iki kez yenilmişti.

AKP propaganda makinesi durmaksızın çalışıyor.

A Haber overdoz’u verirken, diğerleri farklı dozlarda ve miktarlarda etki yaratmak için çabalıyor. Burada saf yandaş kanallar en ufak bir farklı düşünceye yer vermezken, yarı yandaş ve kripto yandaşlarsa AKP’lilerin karşısına genel olarak ılımlı konuşan muhalifleri serpiştirerek kendilerine bir şekilde eşit davranan statüsü oluşturmaya çalışıyorlar.

AKP’nin büyük stratejisinin basın/halkla ilişkiler/algı manipülasyonu ayağı televizyon üzerinden işlemeye devam ederken, tabii ki diğer tarafta devletin tüm olanakları bu stratejinin hizmetine sokuluyor.

Omurgadan ve bellekten yoksun dış politika stratejisinin son örneğini Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretinde gördük. 

Hiçbir şey yokmuş gibi yapılan ziyaretin AKP’nin ülke insanının önemli bir kısmını suçladığı FETÖ, PKK, Dış Güçler ekseninin bir parçası olan ülkeye olması ve bunun geçmişin en ufak bir sorgulamasını içermemesi bu yönüyle sistematik cüretin ciddi bir kanıtı oldu.

Dış Politikadaki duruşunun yanlışlığını teyit eden bu ziyaretin  örneğin ekonomideki yansımasını fiyat artışlarından mesuliyet duymama nikbinliğinde görüyoruz.

Ağır ekonomik krizin ve devalüasyonun doğal sonucu olan fiyat artışlarını, milli paranın erimesini, hemen hiç konuşmayan ve konuşturmayan bir devlet duruşu ortaya konuyor.

Sorunun bütün mesuliyeti kendinde olmasına karşın, buna omuz silken ve çözüm önerileri getirirken de bunu doğallaştıran bir akıl var karşımızda.

100 yıllık Cumhuriyet tarihinde kimsenin aklına gelmeyen buluşlarla vatandaştan altın toplanacak ve bu altınlar kredi olarak kamu bankaları eliyle dağıtılacak. Bu ve benzeri çözümlerin ya da KDV’yi düşürünce otomatik olarak maliyetlerin de düşeceğini varsaymanın arkasında devletin gücünün sonsuz olduğu ve her durumda yeniden ihtiyaca göre düzenleme yapılabileceği inancı yatıyor.

Devleti partileştiren bir yönetme anlayışının ayakta kalmak için hatalarını küçültmesi mümkünse göstermemesi gerekiyor.

Basın aracılığıyla oluşturulan büyük makina sürekli bu kırılmayı sağlayacak mercekleri hazır tutacak, diğer tarafta hummalı bir şekilde devlet çalışıyor görüntüsü verilecek.

Bu formül şu anda AKP’nin elinde kalan yegane araç gibi ve esas olarak da bundan memnunlar.  Burada temel  soru şu oyunun içinde başka oyun var mı?

AKP’yi ayakta tutacak olan tabii ki kendi yandaş kanallarında atıp tutan havuz gazetecilerinin hayalleri olmayacak. 

Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti bu anlamda kritik bir önem taşıyabilir. 

AKP’nin FETÖ/PKK/Dış Güç kozunda önemli bir erezyona razı gelip, BAE ile arayı düzeltmesi sadece Sedat Peker’in sesinin kısılması gayesiyle değilse, hikayede önemli bir başlık açılabilir.

MHP’nin ve Bahçeli’nin tüm bedeni ile dahil olduğu bu koalisyonda ç; “Apo mu Demirtaş mı?” seçeneğinde dahi gösterdiği geniş gönüllüğü dikkate aldığımızda, hiç umulmadık gelişmelere şahit olabiliriz.

Evet Katar da iyi dosttu AKP’ye ama BAE, 4 Katar ediyor. 

Ben Türkiye’nin içeride biten pilini şarj etmek için dışarıya muhtaç olduğuna kuşku duymuyorum. 

AKP büyük stratjesini dış politika üzerinden okumak ve buradan çıkış için çaba sarfedildiğini görmek gerek.

AKP’nin/Erdoğan’ın kendisinin yönetmediği bir Türkiye’den hayalet gibi kaçması ve çözümü dış güçlerde araması ise bütün bu 20 küsur yılın en büyük ironisi olsa gerek.