Türkiye’nin “stratejik ortak” kabul ettiği ABD’nin; 1984’den beri Türkiye’ye kan kusturan PKK terör örgütüne desteği,  gizlenmez boyut kaza

Türkiye’nin “stratejik ortak” kabul ettiği ABD’nin; 1984’den beri Türkiye’ye kan kusturan PKK terör örgütüne desteği,  gizlenmez boyut kazanmıştır. Şimdi de Suriye’deki PKK olan PYD’yi “kara gücü” olarak ilan etti.



Dış siyaset bakımından ipe dolanmış olan AKP Hükümeti; Türkiye’nin geleneksel dış politikasına aykırı olarak daldığı Ortadoğu bataklığından kurtulmaya çalışıyor. Fakat çabaladıkça daha batıyor.



Nitekim ABD; hem “stratejik ortak” ve hem de lideri olduğu NATO üyesi Türkiye’ye diz çöktürmek için olmadık tasarruflarda bulunuyor. Türkiye’nin mücadele etmekte olduğu terör örgütlerine açık destek veriyor. Daha da ileri giderek; Barış Pınarı Harekatı ile ilgili olarak, “belirlediğim sınırlar ötesine gitme” tehditleri savurdu. Aşağılayıcı mektup ve hakaret dolu tweetler ile hala BOP Eşbaşkanı gördüğü Türkiye Cumhurbaşkanı’nı zora soktu.



ABD Başkanı, şimdi de “ekonominizi batırırım, müeyyideler uygularım” tehditlerinden sonra da “Ermeni soykırım şantajı ile vuruyor;  ”Demokles kılıcını” parlatıyor.



Bütün bunlar yetmemiş olmalı ki; Temsilciler Meclisi,  11’e karşı 403 oyla “Ermeni Soykırım” tasarısını kabul etti. Amerika’nın iki partisi, birbiriyle rekabeti bırakıp Türkiye düşmanlığında birleşti.



Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan; “Trump’un mektubu yok hükmünde, yırtıp çöpe attım” açıklaması yaptı. İçte efelenerek partisinin kredisini yükseltmeye çalıştı.



Şimdi ise, o mektubu alıp 14 Kasım’da Amerika’ya gidiyor!



(Seçim kazandığı için Trump’ı 9 Kasım 2016’de telefonla tebrik eden Recep T. Erdoğan, şimdiye kadar 11 kez Beyaz Saray’a gitti. 13 Kasım 2019’daki de 12. Gidiş olacaktır!)



ABD OTUZUNCU DEVLET OLUYOR



ABD’de iki parti var. Biri Demokrat parti, diğeri Cumhuriyetçi partidir. Birbiriyle amansız rekabet içindeler. Güçlü Ermeni lobilerinin de yoğun etkisi altındalar. Bugüne kadar Ermeni Soykırımı, her Nisan ayında gündemde getiriliyordu. Bu kez, Nisan ayını da beklemeden, Türkiye’nin 29 Cumhuriyet Bayramı kutladığı gün; iki kanatlı ABD parlamentosunun Temsilciler Meclisi adlı kanadı, Ermeni Soykırım Tasarısını 11’e karşı 403 oyla kabul etti. Demokratlar ile Cumhuriyetçiler Türkiye düşmanlığında birleştiler.



Eğer bu tasarı 150 kişilik Senato’da da kabul edilirse, soykırımı kabul eden 30. Parlamento olacak.



Türkiye Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan, tehdit ve hakaretlere aldırmadan Beyaz Saray’a gidiyor.



PYDYPG lideri Mazlum Kobani de “general” olarak Beyaz Saray”a davetlidir.



İsveç’te PKK ile yapıldığı gibi, YPG ile de mi görüşülecektir?



SOYKIRIM TANIMI NEDİR



Sözcük olarak soykırım; bir etnisiteye mensup insanların topluca yok edilmesi  anlamında kullanılmaktadır. 1948 yılında aldığı kararsözleşme ile Birleşmiş Milletler; hangi hallerdeki ölümlerin soykırım kapsamına gireceğini tanımlamıştır. Bu sözleşmenin 6. maddesi ile de açıklık getirmiştir: “Soykırımın olup olmadığı, olayın yaşandığı devletin yetkili mahkemesince”; ya da “yetkilendirilmiş uluslararası bir mahkemenin” karar vermesi ile belirlenir.



Ayrıca; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de BM sözleşmesi uyarınca bir konuda karar verdi. “Perinçek davası” olarak bilinen dava; AİH Mahkeme tarafından karara bağlandı. “1915 olayların soykırım olduğu ile ilgili yetkili mahkemece verilmiş bir karar yoktur” gerekçesini belirtti.



Bu gerçeklere rağmen, Ermeni diasporası etkisindeki 29 ülke “Ermeni soykırımı” iddiasını kabul etti. Amerika ise,  bu yıla kadar oyalamakla birlikte, “büyük acı” diyerek sürekli gündemi geçiştiriyordu.



ERMENİ SOYKIRIMI NEDİR



İtilaf Devletleri; “hasta adam” ilan ettiği Osmanlı Devleti’ni  Birinci Dünya Savaşı ile tasfiye etmeye çalıştı. 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi ile teslim aldı. Osmanlı payitahtına yerleşen İşgal Kuvvetleri; donanma komutanlığı (İngiliz Yüksek Komiseri) aracılığıyla tasfiyeyi yönetmeye başladı.



Galip devletlerin lideri İngiltere idi. Osmanlı Sarayı, İngiltere’nin himmetine sığınmış; manda ile saltanatın devamını sağlamaya çalışıyordu.



Savaş sürecinde başta İngiltere olmak üzere, İtilaf devletleri Osmanlı Ordusunu arkadan vurmak için Osmanlı’nın “sadık tebaa” dediği Ermenileri kullandı. Osmanlı Hükümetlerinde ve parlamentosunda yer almalarına rağmen Ermeniler, Taşnak ve Hınçak adlı örgütleri kurdu: İngiltere’nin desteğinde Anadolu köylerini yakıp yıktı. Müslüman ahaliyi kırdı. Böylece Müslüman halkın toprağını terk etmesi ve Ermeni nüfusun çoğunluk olmasını sağlamak amacı güttü. Çünkü İngilizler, kendilerine “Büyük Ermenistan” vaadinde bulunmuştu.



Müslüman halkın derlenip karşı koymasıyla da Ermeni çetelerin yaşattığı dehşeti; bu kez Ermeniler yaşamaya başladı. Çıkmaz içindeki Hasta Adam Hükümeti; halkının arasındaki bu kanlı hesaplaşmanın önüne geçmek için; çare olarak geçici göç ettirmeyi gördü: 24 Nisan 1915’de nüfusu daha az olan Ermenileri, geçici olarak emniyet içine koruyacağı bir bölgeye nakletme kararı aldı. Önlem amacıyla yapılan bu göç; Osmanlı’yı tasfiye eden devletler ile Ermeni diasporası tarafından ısrarla “soykırım” olarak ifade ediliyor.



Osmanlı Sarayı; İşgal Donanması’nın İstanbul’a yerleşmesiyle, İngilizler’in istemlerini emir telakki etmeye başladı. Nitekim İngiliz esirlere “kötü muamele”  ve “Ermeni kırımı” olaylarına karışan kimselerin cezalandırılması isteği üzerine harekete geçti:



24 Kasım 1918’de tehcir suçlarını araştırmak için “Tahkikat-ı Fecayi Komisyonu” kurdu. Sadrazam, Tevfik Paşa idi. Anadolu 7 bölgeye ayrılarak soruşturmalar yapıldı. Sonra da suçluları yargılamak üzere 16 Aralık 1918’de “Harp Divanı” kurdu; 1919’da faaliyete geçirildi.



O tarihte padişah olan Vahdettin de “The Daily Mail” muhabirine tehciri anlatmıştı: “Eğer tahtta olsaydım, bu esef verici olay yaşanmazdı. İngiltere’de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duyguları savaş başladığı zaman hemen yok olmuş değildi. Fakat Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır. Bu kötülükler kalbimi yaralamıştır (…) Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır. İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, Kırım savaşında İngiltere’nin müttefiği olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Şimdi bu sebepten memleketim ile Büyük Britanya arasında, öteden beri mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım…” Sonra da İttihatçıları suçlayarak cezalandıracağını vaat etmişti.



Zaten Arthur Caltrop, 10 Ocak 1919’da kendi  Dışişleri Bakanlığına gönderdiği gizli telgrafta; padişahın Sadrazam Damat Ferit’i Tom Holer’e gönderdiğini,  esirlere kötü davrananları cezalandırma arzusunda olduğunu, yeterli bulmadığı kabine üyelerin değiştirmek istediğini bildirmiştir.



Ayan Meclisi üyesi Azaryan Efendi’yi kabul ettiği 7 Aralık 1918’deki görüşmede de; “Ermenilere karşı gerçekleştirilen mezalimden dolayı üzüntülerimi bildiririm” demiştir Vahdettin..



İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Caltrop, 7 Ocak 1919’da Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa ile yaptığı görüşmede; “tehcir­sürgün“ sözcüğü yerine “kırım” sözcüğünü ifade eder. Bilal Şimşir’e göre Reşit Paşa da; “Ermeni kırımı konusunda suçlu olanlar, kurulan sıkıyönetim mahkemesinde yargılanacak ve adalet yerini bulacak” cevabını vermiştir!



Bundan sonra İstanbul-Ankara yolunu korumuş olan Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey tutuklandı; günümüz İstanbul Ünüversitesinin” Bakırcılar” tarafındaki müştemilatında bulunan Bekirağa Bölüğü’ne hapsedildi.



Sultan Vahdettin, İngilizlere yaranmaya çalışıyordu. Buyruğu üzerine birçok yurtsever, İngilizlerin verdiği “kara liste” doğrultusunda, Ocak ayı boyunca tutuklamalar yaptırdı.  Sadrazam Tevfik Paşa da, 13 Şubat 1919’da İspanya, Danimarka, Hollanda ve İsveç hükümetlerinden kurulan“tehcir komisyonuna” üye göndermelerini talep etti. Fakat “tehcir” yerine “kırım” ifadesinde ısrarlı olan İngiltere; üye gönderilmeleri engelledi.



Tutuklamaların nedeni; “İngiliz esirlere kötü muamele etmek ve “tehcir” suçlusu” olarak gösterildi.



Padişah Vahdettin; İngiltere’yi daha da memnun etmek için; 4 Mart 1919’de Damat Ferit’i sadrazam olarak atadı. Damat Ferit’in koyu İngilizci olduğunu biliniyordu. Nitekim 10 Mart 1919 günü insan avı başladı. İngilizler, 7 Nisan’da 61 kişilik yeni bir “kara liste” verdi. Osmanlı Sarayı eliyle yaptıkları ile yetinmeyen İngilizler;  Meclis-i  Mebusan’ı da basarak çok sayıda mebus ve bürokratı yargılamak üzere Malta’ya sürdü.



(Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey; 7 Ocak 1919’da tutuklandı. % Şubat2ta Harp divanı’nda yargılanmaya başlandı. Ermeni tanık ifadeleri ve Ermeni seyirciler ile 8 Nisan’da  idama mahkum edildi. İdam kararı, 9 Nisan 1919’da Vahdettin tarafından imzalandı. Fetva; Şeyhülislam Mustafasabri tarafından hazırlandı. 10 Nisan 1919 günü Bayezid Meydanı’nda asıldı. -Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet-  son sözleri oldu.)



Aslında “soykırım” iddiası, 1921’de fiilen fiyasko olarak sonuçlanmıştı. Buna rağmen günümüzde 29 ülke “soykırım” iddiasını kabul etti. 30’uncusu da Amerika oluyor!



Osmanlı Hükümeti, padişahın isteği üzerine 16 Aralık 1918’de kurduğu Harp Divanı üyeliklerine Nemrut Mustafa ile Kürt Mustafa (Mustafa Nazım) paşaları atadı. 19 Mart 1919’da bunları mahkeme başkanlığı ve savcılığına atadı. Yargılama, 24 Mart’ta başladı. Mahkeme, 8 Nisan’da Kaymakam Kemal Bey’e idam cezası verdi. Sonra, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’e Ermeni Tehciri nedeniyle, 5 Ağustos 1920’de infaz edilen idama cezası verdi. Sait Hilmi Paşa, Ziya Gökalp gibi birçok kişiyi yargıladı. Bu sırada Mustafa Kemal’in “Türklere zulüm yapmış Ermeni suçlular da yargılansın” sesi yükseldi (bu mahkeme ve şeyhülislamlık, Mustafa Kemal Paşa için de idam kararı verdi!)



İngilizler, verilen idam ve cezalardan tatmin olmamıştı. Bu yüzden Bekirağa Bölüğünde tutuklu olanları Malta’ya sürgün etmişti. Ancak İngiltere Başsavcılığı, İstanbul Yüksek Komiserliğinin gönderdiği suç dosyalarını dikkate almadı. Çünkü içleri boştu. Bunları 8 Şubat 1921’de Dışişleri Bakanlığına gönderdi: Malta’daki 140 tutuklunun ancak 8’i hakkında –Dünya Savaşı sırasında esir edilen İngilizlere kötü davrandıkları için- iddianame hazırlanabileceğini bildirdi.



İngiltere’nin Washington Büyükelçiliği, Amerikan arşivlerinde suçlayıcı kanıt bulması talebine telgrafla yanıt verdi: “Üzülerek arz edeyim ki Amerikan belgeleri içinde Malta’da bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur.”



Lord Curzon’da 10 ağustos 1920’de İstanbul’daki Yüksek Komiserliğine Malta sürgünlerinin yargılanamayacağını, ortada delil olmadığını; tutukluların serbest bırakılmalarını bildirdi. Böylece İngiltere’nn yönelttiği soykırım suçlaması, aynı İngiltere tarafından yalanlanmış oldu.



Buna rağmen o günkü İngiltere’nin misyonunu yüklenmiş ABD, ne halt etmeye “Ermeni soykırımı”  iddiasını tazeliyor?



Herhalde “eş başkan” soracaktır!



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



( kaynaklar: B. Şimşir’in Malta Sürgünleri, Milli Mücadele BAŞALARKEN, Gothard Jaeschke’nin İngiliz Belegeleri, Osmanlı Sarayı’nın Son Günleri;