İnsanlık tarihi ne yazık ki dramlar tarihidir. Bunlardan biri de 1000’li yıllardan itibaren aynı topraklar üzerinde birlikte olan Türkler ile Ermeniler arasında Birinci Dünya Savaşı sürecinde yaşanan karşılıklı kırımdır.

Emperyal yapının imparatorluklar şeklinde yapılandığı XX. yüzyıl öncesi devletlerden biri olan Osmanlı İmparatorluğu; diğerleri gibi çeşitli etnik ve inanç unsurlarından oluşuyordu. 1453 yılından itibaren devlet otokratikleşince; önce kendi kurucu unsurlarıyla yabancılaşmaya başladı. Ardından rakip imparatorlukların sömürü hedefi oldu. Hanedan saltanatı ve yetersiz yöneticiler elinde keyfi yönetim başlayınca; merkezi otorite zafiyet içine düştü. Bu aşamadan itibaren, iç karışıklıklar ve azınlık sorunları yaşamaya başladı.

Kendisini güçlü hissettiği dönemde başka devletlere verdiği ayrıcalıklar (imtiyazlar), zayıfladığı dönemde kambur olan sorunlar olmaya başladı.

Bunların başını azınlık sorunları çekiyordu.

Yönetim ve üretimde yetmezlikler büyüdükçe, Avrupalı rakip devletleri de içişlerine karışması arttı. Osmanlı Devleti, hükümet ve Saltanat olarak dış devletlerin güdümüne girdi. Bunları aşmak ve özellikle toprak kayıplarını önlemek için, istemeyerek önerilen yenilik hareketleri başlattı.

1839’da Tanzimat Fermanı ile başlayan yenileşme, Avrupalılaşma atılımını 1856 Islahat hareketi izledi. Nihayet 1876 yılında Meşrutiyet ilan edilerek Teşkilat-ı Esasi yürürlüğe kondu. Ne var ki uygulamada samimiyet gösterilmediği için, umulan sonuçlar elde edilemiyordu.

Yabancı devletlerin Osmanlı iç işlerine müdahaleleri; daha XVIII. yüzyılda başladı. En önemlisi; İngiltere, Fransa ve Avusturya imparatorluğu karşısında yükselmekte olan Çarlık Rusya’nın Ortodoks ve Slav hamiliğine soyunmasıydı. Çünkü İstanbul’daki Ortodoks Patrik asıldıktan sonra Fener’deki papazlar Rusya’ya gitmiş, kilise kurmuş ve Rusya’nın Ortodoksları ve Slavları himaye etmesini istemişti.

Dünya sömürü piyasasında etkin olmak için “sıcak denizlere ulaşmak” amacında olan Rusya; bu talepten yararlanmaya başladı. Osmanlı Devleti ise, düşüşte olduğu bu dönemde giderek ve özellikle İngiltere ile Rusya etkisine girdi. Azınlık hakları bahanesiyle İstanbul’u adeta yabancı Büyükelçiler yönetmeye başladı.

İngiltere; Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya kaptırmak istemiyordu. Viyana Kongresi’nde (1830) “hasta adam” olarak nitelenen Osmanlı Devleti’ni “denge politikası” içine çekti. Ama Rusya da Kaynarca antlaşması ile hem Osmanlı’dan toprak ve hem de Ortodoks azınlıklara hamilik hakkını almıştı

Fransız İhtilali’nden itibaren dünyada imparatorlukların sonunu getirecek olan ulusalcılık rüzgarı esmeye başlamıştı.

Osmanlı Devleti’nin çöküşünü önlemek için paralanan yurtsever askerler ile aydınların baskısıyla Sultan II.Abdülhamit; 1876’da ilan edip Rus Harbi’ni (93) bahane ederek kaldırdığı Meşrutiyeti; 1908’de yeniden ilan ve Teşkilatı Esasi’yi yürürlüğe koymak zorunda kaldı.

Osmanlı Hanedanı saltanat, yurtseverler ise devlet derdindeydi.

II. Meşrutiyet’in ilanıyla çeşitli etnik ve dinci dernek ve partiler kurulmaya başlandı. Ordu içinde organize olan ve Meşrutiyet’in ilan edilmesini sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimde etkin olmaya başladı.

Azınlıklardan olan Ermeniler, “milleti sadıka” olarak kabul edilmişti. 1908’den itibaren “tehcir” yapıldığı 1915 yılına kadar çok sayıda Ermeni, devletin yüksek kademelerinden görev aldı. Örneğin 22 nazır 33 mebus, 29 Paşa ve ayan üyesi, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Danıştay üyesi olmak üzere 41

yüksek makamda görev aldı. Osmanlı Kasası olan Darphane ise; Mihren ve Bogos Beylerden itibaren tamamen Ermenilere teslim edilmişti.

Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti; İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya’nın isteği doğrultusunda birçok yabancı kişi vali olarak atamaya başlamıştı. Örneğin Van, Harput, Bitlis ve Diyarbakır valiliğine Norveçli Yarbay Nicolai Hoff; Trabzon, Sivas ve Erzurum valiliğine doğu Hindistan kolonisindeki Hollandalı Albay Luis Wastenek atandı.

Osmanlı Devleti, Dünya Savaşı öncesindeki Balkan Savaşlarına böylesi koşullarda geldi.

Ermeniler; 1877’den itibaren çeşitli ayaklanmalarda bulunmaya; özellikle Osmanlı Rus savaşından sonra önemli azınlık sorunu olmaya başladı.

20 Haziran 1890’da Erzurum’da Ermeni isyan çıktı.

15 Temmuz 1890’da İstanbul Kumkapı isyanı patladı. 10 kişi yaşamını yitirdi.

Bu iki isyan nedeniyle Sultan Abdülhamit özel bir af ile isyancı 76 kişiyi serbest bıraktı.

1892-1893 yıllarında Çorum, Yozgat ve Kayseri’de; 1894’de Sason-Batum ve Diyarbakır-Zeytun ayaklanmaları çıktı.

26 Ağustos 1896’da İstanbul’da Taşnak örgütü isyanı çıktı. Çeşitli yerlere atılan bombalar ve salvo ateşleriyle 129 nizamiye ve karakol görevlisi öldü. Ardından Osmanlı Bankası işgal edildi ve 157 kişi rehin alındı. Yabancı devletlerin arabuluculuğu ile rehineler kurtarıldı, isyancılar da bir gemiyle Marsilya’ya gönderildi.

21 Temmuz 1905 günü Abdülhamit’e Yıldız’da suikast düzenlendi. Padişah dakika farkıyla kurtuldu, ama 26 kişi yaşamını yitirdi.

1882’den 1909’a kadar Van, Trabzon, Divriği, Eğin, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt, Maraş, Urfa, Malatya, Harput, Arapkir, Antep, Muş, Adana vb yerlerde toplam 40’ıı aşkın ayaklanmalar çıktı.

Bütün bunlara rağmen Babıali Hükümeti, “milleti sadıka” ile ilgili açılım siyasetini sürdürdü. Avrupalı devletlerin sırtını sıvazlayıp şımarttığı Ermeni azınlığın 20-45 yaş arası olanlarını askere aldı. 15-20 ile 45-60 yaş aralığında olanları da askeri taşımacılık konusunda görevlendirdi.

Ancak Doğu cephesinde Ruslar’ın Anadolu içlerine ilerlemesi ve 10 Ocak 1915 Sarıkamış dramının yaşandığı süreçte Hınçak ve Taşnak militanlar da Osmanlı ordusunu arkadan vurmaya başladı. Bunlar köyleri yakıp yıkıyor, Türkleri kırıyor, köylerde Ermeni nüfusun çokluk olmasını amaçlıyordu. Karadeniz bölgesinde de Pontuscu örgütler harekete geçmişti.

19 Nisan günü Van’da isyan başladı. Bitlis’e sıçradı. Ruslar iki ili işgal etti.

Osmanlı kuvvetleri yedi cepheye dağılmıştı. Ermeni çetelerin arkadan vurması ve köyleri yakıp yıkması ile mücadelede etkin olamıyordu. Birçok kilise, Taşnak ve Hınçak örgütlerinin silah deposu haline getirilmişti. Ermeni çetelerin kırımından kaçıp saklanan Türkler de yitirdiklerinin intikamını almak üzere harekete geçmişti. Erzurum ve Trabzon, çetelerin eline geçmişti.

İttihatçı hükümet, nihayet harekete geçmek zorunda kaldı. Tebası olan müslim ve gayri müslim insanların birbirini kırmasına karşı önlemler almaya başladı. 24 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’da elebaşı olanların evleri ile silah deposu halindeki kiliseler arandı. 77.733 ermeni nüfustan 2345’i Anadolu’ya sürgün edildi. Fakat bu Ermeni çetelere yaradı.

Osmanlı ordusundaki Alman subaylar ile alman Genelkurmay Başkanlığı önerisiyle hükümet, 17 Mayıs 1915 günü “Tehcir Kanunu” çıkardı. Kanlı kırımın sürdüğü bölgelerdeki Ermeni nüfus, daha az sayıda olduğu için, daha güvenli olan bölgelere nakledilecekti.

Böylece hem ordunun arka güvenliği sağlanacak ve hem de Ermeni halk intikam duygularıyla hareket eden mağdurlardan korunacaktı. Ortalık durulunca da herkes evlerine dönecekti ( Fakat 18 Ekim 1915’de geri dönüşü serbest bırakan genelge çıkarılınca, dönüşler sınırlı sayıda olduğu görülecekti. Çünkü bunların 400 bini Rusya ve İngiltere kuvvetlerine katıldığı; çoğunluğunun da Amerika başta olmak üzere çeşitli ülkelere göç ettiği anlaşılacaktır).

1917’de Sovyet Devrimi gerçekleşince, Çarlık rejimi yıkıldı. Rus orduları Anadolu’dan çekildi. 1918 Ekim’inde de 1.Dünya savaşı sona erdi. Çarlık Rusya ile İngiltere’nin vaad ettiği Büyük Ermenistan kurulamadı. Ama Ermeni diaspora, kendilerini maşa olarak ortaya sürenlerin de

desteğiyle, 24 Nisan 1915 gününü Ermeni Soykırım günü ilan etti. 1970’ler sonrasında Hınçak ve Taşnak yerini alan ASALA, Türkiye’nin elçilik ve konsoloslarına saldırarak birçok diplomatı şehit etti.

Osmanlı devletine kurulan “azınlık” kumpası, günümüzde de “Ermeni Soykırımı” şeklinde sürdürülüyor. Halkları birbirine kırdıran emperyal irade, karşılıklı kırım şeklinde yaşanan dramı, BM ilkelerine aykırı olarak tanımlamaya devam ediyor. “Soykırım yoktur” diyeni cezalandıran İsviçre Devleti’nin aldığı karar yargı tarafından iptal edilmesine rağmen, birçok T.C. düşmanları tarafından yaygınlaştırılıyor.

Türkiye hala işin ciddiyetini önemsemez görünüyor!

1908-1915 arasında Osmanlı Devleti Yüksek Makamlarını işgal eden Ermeniler:

. Mebuslar: Agop Babikyan (Tekirdağ), Kegam Bergarabyan (Muş), Karakin Pastırmacıyan (Erzurum), Vahan Papazyan (Van), Artin Boşgezenyan (Halep), Kirko Zahrep (İstanbul), Bedros Hallacyan (İstanbul), Karabet Tomyan (Kayseri), Nazaret Dagavaryan (Sivas).

. Nazırlar: Ohannes Sakız,Gabriel Noradunkyan, Garabet Artin, Kirkor Sinepyan, Bedros Hallacıyan, Oskan Mardikyan, Stabulyan Efendi.

. Ayan Üyeleri: Maraşal Ohannes Kuyumcuyan, Abraham Erenyan, Manuk Azaryan.

. Büyükelçiler: Dikran Aleksanyan (Brüksel), Yetvart zohrab (Londra), Dikran Tıngır (Berlin), Garabet Artin Davud (Berlin), Ohannes Kuyumcuyan (Roma).

(Bak: İ. Saygılı, MMG ve Kurtuluş adlı eser).