Her şey 1. Dünya Paylaşım Savaşı ile başladı. Yalta’da “Hasta Adam” topraklarının paylaşımı konusunda gizlice anlaşan İngiltere-Fransa-Rusya harekete geçer. Osmanlı Hükümeti, maceracı bir “damat” emrivakisi ile savaşa girmekle, Yaltacıların değirmenine su taşımaya yol açtı. Bir diğer muteber “damat” hükümeti ile Saray’ın İngilizlerden kurtuluş beklemesiyle de Hasta Adam teneşire yatırılmış oldu.

Osmanlı Devleti 7 cephede, Almanların yanında dikelmeye çalışırken; “düvel-i muazzama” da Osmanlı azınlıklarını harekete geçirdi. Pontus Rum ve Ermeni Çeteler oluşturarak cephe gerisinden Osmanlı kuvvetlerini zaafa uğratma stratejisi uygulamaya başladı.

Çarlık Rusya; bir taraftan Sibirya’ya sürdüğü Ermenileri af ederek 600-800 personelli birlikler oluşturarak Kafkas cephesine sürdü. Diğer taraftan Anadolu’da İngilizler ile birlikte, Meclis-i Mebusan üyesi Karakin Pastırmacıyan yönetiminde Ermeni Çeteler örgütleyerek ersiz kalmış Türk köylerine saldırttı. Kanlı baskınlarla kadın ve çocukları katleden çeteler, birçok köyü ateşe verdiler.

Anadolu’daki Ermeni Kiliseleri, çetelerin mühimmat deposu haline getirilmişti.

Amaç; Rusya-Fransa-İngilte’nin vaat ettiği doğudaki 6 ildeki Müslüman Türk nüfusu yok etmek. Ve Kafkas Cephesi ile Irak cephesine gidecek lojistik desteği önlemek; casusluk yapmak idi.

Bunun üzerine Kafkas Cephesinde savaşan 3. Ordunun birçok neferi, kaçarak köylerinin imdadına koştu. Yakınlarını ve köylerini yitirmiş olmanın acısıyla misillemeler başladı.

Artık amansız bir karşılıklı kırım başlamıştı.

“Hasta Adam” orduları yedi cepheye dağılmıştı. Cephe gerisinde asayiş sağlama olanağı kalmamıştı.

Osmanlı Sarayı ve İttihatçı Hükümet; reayanın birbirini kırmasını önlemekte acze düşmüştü.

Düşünülen çarelerden biri, reayanın azınlık olan nüfusu o hassas bölgelerden barış dönemine kadar güvenli bölgelere nakil etmek idi.

Van Valisi Cevat Bey, Ermeni çetelerin baskınlarından korumak için 300 kişiyi başka bölgeye nakletmek zorunda kaldı.

Cephe savaşlarının yaşandığı bölgelerden yüzbinlerce insan, akın akın Anadolu’ya akıyordu. Bu durum, iaşe ve ibade etmekte zor günler yaşatıyordu devlete!

Anadolu genelinde ayaklanma örgütlemesi yapan Ermeni elebaşılar ile zararlı kişiler tespit edilmeye başlandı. Kimileri yakalanıp yargı önüne çıkarıldı. Karşılıklı kırımın olduğu hassas bölgelerdeki Ermeni nüfus da tespit edilerek cepheler uzağındaki Suriye-Lübnan bölgesine nakil kararı, 24 Nisan 1915 tarihinde alındı.

Tehcir (göç ettirme) kararı ile birlikte, birtakım önlemler de kararlaştırıldı. Örneğin Ermeni tebaa Türkçe konuşacak, yeni okullar açmayacak, Ermeni gazeteler kapatılacak, Ermeni komitacılar dağıtılacak…

500 yıldan beri “miilet-i sadıka” olan Ermeni halk; Osmanlı topraklarını paylaşmak amacındaki emperyalist devletler tarafından ihanete ikna edilmişti. Oysa bu aşamada (1908-1915) Osmanlı Devleti’nin 33 mebusu, 22 nazırı, 29 paşası, 7 Büyükelçisi, 11 konsolosu, 11 öğretim üyesi, çok sayıda yüksek bürokratı Ermeni idi. 1912-1915 döneminde 14 Ermeni mebus, hükümet olan İttihat-ı Teraki Fırkası listelerinden seçilmişti.

Tehcir kararının alındığı tarihte iki Ermeni nazırdan biri olan Dahiliye Nazırı Vartab, 30 Ağustos 1915’te İzinli olarak Fransa’ya gitmiş; dönmemişti.

Bunlara karşın birçok Ermeni de gerçek “millet-i Sadıka” gibi davranmıştır. Özellikle Anadolu Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlık gösterecektir.

Tehcir kararı, 18 Aralık 1918’de çıkarılan ve “herkes yurduna dönsün” kararname ile sona erdi. Birçok Ermeni evlerine, yurtlarına döndü. Ama birçoğu da Osmanlı’da yaşamayı güvenli bulmayıp yurt dışına gitti veya kaçtı. Günümüze değin azgınlaşan kindarlar; kendilerini ihanete sürüklemiş emperyalist devletler desteğinde “diaspora” olarak örgütlenen bu Ermeniler’dir!

Gerçekler saklanarak abartılarla tarih çarpıtılıyor. Örneğin Anadolu’daki Ermeni nüfus abartılarak kayıplar ifade edilir. Tehcir döneminde Ermeni nüfus, Fransa’nın “Sarı Kitab”ına göre 1.5 milyondur. İngiliz yıllığına göre 1.560.000’dir. Osmanlı’nın 1893 nufus sayımına göre 1.100.465’dir. 1906 sayımına göre 1.120.745’dir. 1914 sayımına göre 1.122.850’dir. Ermeni Patrikhanesi’ne göre 2.500.000’dir. Lozan Heyeti’ne göre 2.200.000’dir. Amerikalı tarihçi Arnoid Toynbee’ye göre 1-1.2 milyondur. ABD kaynaklarına göre tehcire tabi nüfus 486.000’dir. Osmanlı belgelerine göre 428.758’dir. Göç sırasında yaşamını yitirenlerin sayısı 9-10 bin; tifo, dizanteri vb hastalıklar nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 25-30 bindir.

Ermeniler tarihi arşivlerin açılması önerisine yanaşmıyor. Ancak Talat Paşa’nın döneme ilişkin yazışmaları, Mehmet Arif Demirer’in “5 Ermeni’nin 5 Yayını” (ilk iki başbakan olan Kaçaznuni, Hatisiyan ile Ermeni önde gelen Pastermadjian, Aharonyan, Nubar Pasha ), “İsyanlar, İhanet ve İntihar” ile Saygı Öztürk’ün “Devletin Derinliklerinde” adlı kitapları; Bilal Şimşir, Kamuran Gürün, Yusuf Halaçoğlu, Mehmet Perinçek, Esat Uras, McCarty, Shaw, Bernard Lewis gibi tarihçilerin araştırmaları; Korgeneral Erdoğan Karakuş’un 44 tarihçi bilim adamıyla olan çalışmaları vs; zaten gerçekleri ortaya koymaktadır. ABD’li Prof. Maige de 1914’te 6 ildeki (Bitlis, Diyarbekir, Erzurum, Elazığ, Maraş,n Van) Ermeni nüfusun 847 bin olduğunu ispatlamaktadır.

1915’te göç edenlerin içinde bulunan 15 yaşındaki bir çocuğun Amerika’da yayılanmış “günceleri” de bu gerçekleri doğrulamaktadır.

8.865.315 kişinin ölmesine, 7.750.945 kişinin yaralanmasına ve 21.219.452 kişinin esir olmasına yol açan Birinci Dünya Paylaşım Savaşı, Anadolu’yu kan ve gözyaşı boğmuştur.

Bu insanların içinde Türkler de, Ermeniler de, Rumlar ile başkaları da vardır. Bunların tamamı Anadoluludur. Acıları yaşatanlar ise, emperyal devletlerdir. Bugün de farklı bir versiyonu tekrarlamaktalar!

Yeterli ulaşım ağı ile nakil araçlarının olmadığı Dünya Savaşı koşullarında sağlıklı naklin olması, işin doğasına aykırıdır. Uzun yolculuklar, hastalıklar, intikamcı grupların saldırıları, sağlık ve beslenme olanakları gibi nedenler; yaşam yitirmelerin temel nedenleri oldu. Fakat kabul edilmez olan; kanlı boğuşma ve sonra da tehcir mağduriyetler sebebi, sanki Ermenilerin kendileri değilmiş gibi gerçekleri ters yüz etmeleridir. Sanki kendilerini aldatıp 500 yıllık birlikteliğe ihanet ettirenler sütten çıkmış ak kaşıkmış gibidir!

Piyon olmaları ile yaşattıkları ve yaşadıkları dramları görmezden gelen Ermeni Diaspora, mağduriyet silahına sarılmaktadır. Karşılıklı kırımı, kendilerini acı akıbete sürükleyenlerin desteğinde ”soykırım” olarak kabul ettirmek; “4 T” diye formüle ettikleri “Hay Dat” ile intikam için kara propaganda yapmaktalar.

Hay Dat, “4 T” aşamasıyla gerçekleştirilecektir. Birincisi “tanıtma”dır. Bunu, geniş bir kara propaganda ve Türk diplomatlara yönelttikleri ASALA katliamıyla gerçekleştirdiler. Terör yoluyla ikinci “T” olan “tanınma” sağlandı. Bugün itibarıyla Amerika dahil 33 devlet, “soykırım” kavramını kullanmaya başladı. Üçüncü “T” olarak tehcir gerekçesiyle tazminat talep etmektir. Dördüncü “T” olarak da “toprak” talebi olacaktır.

Düvel-i Muazzama; “hasta adam” dediği devletin “Tehcir” kararı alan, uygulayan ve sona erdiren Osmanlı Devleti olduğunu bilmiyor mu?

Dünya Savaşı’nın “ateşkes” ile son bulmasından sonra olası barış antlaşması koşullarını belirlemek üzere toplanan Paris Konferansı’nda; sonra da Lozan’da, Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletler tarafından yok edildiği görülmemiş midir?

Willson Prensipleri doğrultusunda oluşturularak Anadolu ve Kafkaslara gönderilen General Harbord Heyeti’nin; Ermenilere vaat edilen toprakların hayal olduğunu belirten rapor bilinmiyor mu?

Keza İngilizlerin işgal ettiği İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ı bastığı, birçok mebus ile bürokratı Malta’ya götürdüğü, Ermeni katliamıyla suçlayıp yargıladığı, İngiltere hükümeti- İstanbul Büyükelçiliği ve Amerikan belgeleri ile bir suç ortaya çıkarılamadığı; bu nedenle mahkemenin hepsini beraat ettirdiği tarihi gerçek görülmüyor mu?

Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ermeni iddiaları ile bu iddiaları kabul eden devletlerin tanıma kararlarının haksız olduğuna ilişkin karar verdiği yadsınacak mıdır?

AİHM kararının, Birleşmiş Milletler’in “soykırım” kavramı İkinci dünya Savaşı sonrasında kabul edilen bir olgu olduğu” kararına dayanmadı mı?

Savaş sırasında İtilaf Devletlerin azmettirmesiyle Ermenilerin başlattığı ve karşılıklı kırıma neden olan dramın “soy kırım” olamayacağı hakkında bilim adamı olan 65 tarihçiler beyanda bulundu.

Savaşın ve acıların daha sıcak olduğu bir dönemde, Ermenistan’ın ilk Başbakanı olan Ohannes Kacaznuni, 1921’de Bükreş’te toplanan Taşnak Kongresi’nde yaptığı konuşma ile gerçekleri şu şekilde seslendirmişti:

“Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık. Sadakatımız, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar hükümetinin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine inandık. Askeri operasyonlara katıldık, kandırıldık; Rusya’ya bağlandık. 1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tabi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır.

Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik. Olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı ret etmemiz ve silahlanmamız büyük hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr antlaşması gözümüzü kör etmişti.

İsyanın temelinde İtilaf devletlerin bize vaat ettiği Büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.

Sanki uzak görüşlü olmamız bir kahramanlıktı! Çünkü isteyen herkes; Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler; tek kelimeyle bütün dünya bizi kolaylıkla aldattı., atlattı, ihanet etti. Oysa bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık!

Artık hepimiz Türkler’in düşmanı olan İtilaf devletlerin kapılarındaydık. Türkiye’den *denizden denize Ermenistan- talep etmekteydik. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık. Öldük, öldürüldük. Artık Türklere ne gibi güvenlik telkin edebiliriz ki?...”

Bu rapor, ABD ile AB kütüphanelerinde ismen var olduğu halde içi boştur. Sadece tam şekliyle Rusya arşivlerinde bulunmaktadı.

Bütün bunlara rağmen Ermeni Diaspora’nın iddialarını kabul eden “stratejik ortak” Amerika ile diğerleri hangi amaca hizmet etmekte olduğunu sorgulamak gerekmiyor mu?

Emperyalizmin doymaz iştihası; saray ve saltanat heveslisi aymaz yöneticilerden neler koparmayı amaçlamaktadır?

Yurt içinde ekonomide, yurtdışında dış politikada duvara toslamış Türkiye; bireysel çıkarlar ve iktidar ihtirası içindekilerle daha ne gibi ödünler vermeye hazırdır?

Bir taraftan “megal-i idea” ve diğer taraftan “Hay Dat” idea ile yapılmakta olan sarmaldan kurtulmak için akl-ı selim ile akl-ı ortak zamanı gelip geçmektedir!

1 İsmail Saygılı, “M. M Gurubu ve Kurtuluş” s. 184-203