Türkiye, üç uzun ve büyük savaş artığı insan malzemesiyle Osmanlı Devleti küllerinden doğmuştur. Batan imparatorluğun günahları ile borçlarını miras almıştır. O nedenle hep3Y’lerle mücadele etmiştir.

Kuruluş döneminde en öcelikli 3 Y; üç beyazdır. En dramatiği, kefen yokluğudur. Çünkü ne fabrika vardır. Ne kefen bezi vardır. Yeni devlet bir taraftan Osmanlı borçlarını öder. Bir taraftan kazmanın ucuyla yollar, tüneller yapar. Bir yandan eğitim seferberliğiyapar.Ama hepsinden önce bez fabrikası kurar; sanayi hamlesi yapar.

İkinci öncelikli 3 Y; savaşlar yorgunu insanların yaşayageldiği Yokluk, Yoksulluk ve Yasaklardır.

Cumhuriyetin amacı bunları gidermek oldu.

Osmanlı Devleti’nin reayası, zaten yoksuldur. Savaşlar, açlık ve kıtlık yaşamıştır. Devletin sanayisi yoktur. Sermaye diye bir şey bilinmez. İhtiyaçları giderecek araç, gereç ve mal yoktur. Padişahın kulu olarak yaşamanın gereği yurttaşlık bilinci ve özgürlüğü olmazdı. Saltanatın koyduğu yasaklar, dinin yasakları sanılırdı.

Halk; 3 kere 3 Y içinde, kimsesizdi.

Genç Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesi olmayı ülkü edindi.

İmar, ulaşım, tarım, ekonomi, sanayi, eğitim ve hizmet sektörlerinde; Milli Mücadele başarmanın özgüveniyle; on yılda Türk mucizesi gerçekleştirdi.

* * *

Cumhuriyet değelerini aşındırmayı siyaset sanan Cunhuriyet’inkimi evlatları; Cumhuriyet’in Yasakları, Yoklukları ve Yoksulluğu yok ederek elde ettiği kazanımları satmayı; yöneticilik saydı. Elde edilenparayı hovardaca yiyerek;yüz yıl öncenin koşullarını var etti. Yeniden 3 Y’ler ortaya çıktı. Özgür kişilikli yurttaş yerine, biatcı bende yaratıldı.

26 Eylül 2002 akşamı K-D televizyonunda Gazeteci Uğur Dündar’a genç bir siyasetçi; “biz 3 Y ile mücadele edeceğiz” diyordu.

Bu genç siyasetçi, AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan’dır.

Rahmetli Bülent Ecevit’in Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz ile sürdürdüğü koalisyon hükümeti zamanında yaşanan ekonomik krizin halkı yokluk, yoksulluk ve yasaklar içine düşürdüğünü vurguluyor; kendi partisini umut olarak sunuyordu.

Sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Baştakiler duymamakta direniyor, ama bizim sesimizi Allah duyuyor. İnsanları türbelerden medet umar hale getirenler, göklere yükselen bu bedduaları ettirenler utansınlar. Onlara bir daha oy vermeyeceğim. Allah kalplerine korku versin, vicdan versin, merhamet versin…”

Özetle; iktidar olanların halkın açlığıyla, işsizliğiyle, adaletsizlikle yokluk, yoksulluk ve yasaklar içinde olduğunu belirtmek istiyordu.

Bu gün 7 Mayıs 2020. On sekiz yıldan beri aralıksız ve TBMM’de tam çoğunlukla AKP iktidardadır. Ve aynı Recep T. Erdoğan; tüm yetkileri elinde toplamış bulunuyor:

Yoksulluk yok edildiği için mi;

Ünüversiteli kız öğrenci; “kartımda okul kantininde çorba alacak para yok” diyerek intihar etti?

“Çocuklarıma harçlık veremiyorum” diye özür mektup bırakan baba intihar etti?

Bir türlü atanamayan öğretmen intihar ediyor?

Yokluk yok edildiği için mi;

Ünüversite mezunları işssiz geziyor?

Saman ile patates bile ithal ediliyor?

Kefen gibi bez parçası olan maske bulunamıyor?

Yasaklar yok edildiği için mi;

Halkın bildiğini haber yapan gazeteciler hapse konuyor?

Hükümeti her eleştiren kendini savcı önünde buluyor?

Ana Muhalefet Partisi lideri 450 km yürüyerek adalet arıyor?

Göklere yükselen mağdur ahı vicdanlarda duyulduğu içinmi;

“Yasak kalksın, mesleğimizi icra edelim” Grup Yorum zindana tıkıldı?

Helin Bölek’in gözler önünde ölüme gidişine seyirci olundu?

İbrahim Gökçek’in “ölüm orucuna” 324 gün vicdanlar kapatıldı?

Bu mağdur ve mazlumların ahları göğe yükselmiyor mu? Allah bu sesleri duymuyor mu?

Görüldü ki AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan’ın 2002’de söylediği 3 Y, 2020 yılında var edilen 3 y olmuştur!

Vicdanlar kanamıyor mu?

Hükümet edenlerde insaf var mı?

Koronavirüslüve hem de Ramazan Orucu’na rağmen.

SADRAZAMDAN BAŞBAKANA YÖNETİM

Osmanlı devleti; 600 yıllık ömrünü devlet yöneticilerinin liyakatından bitirmiştir.

Örneğin son günlerini iki damadın elinde tamamlamıştır. Biri Damat Ferit Paşa, diğeri Damat Enver Paşa’dır.

Damat Ferit, devleti yıkmak isteyen ve “hasta adam” ilan eden İngilz dostluğuna sığınarak kurtuluş arar. O nedenle “İngiliz MuhiblerCemaatı” kurar. Papaz Frev insafına sığınır. Devlet bir yana, kendisiyle hanedan bir yana anlayışıyla yöneticilik yapar. Sevr maddelerini hazırlamak üzere toplanan Paris Konferansı’na gider; üzerine Halife Ordusu saldığı Kuvayı Milliye’yii suçlar.İngilteremandaterliğini talep eder.

Damat Enver Paşa ise; bacanak damat tersine Almanlardan medet bekler. Almanların hatrı için, Meclis’in, hükümetin ve partisinin haberi olmadan Rus limanlarını bombalatır; emri vakiyle devleti savaşa sokar.Ayaklarında çarık, sırtında yazlık elbise olan Manastır’daki 3. Ordu’yu kışın ortasında Sarıkamış’a sürer; Palandöken’de kırar. Haber yasağı koyarak bir şey yokmuş gibi İstanbul’a döner. Sonunda Alman gemisiyle memleketi terkeder. Hayallerini gerçekleştirmek için Rusya tundralarında yaşamını sona erdirir.

Birinci damadın saltanat, ikincisinin macera ihtirası vardır. İkisinin yönetim anlayışından Türk halkına gözyaşı, yokluk, yoksulluk ve saltanatın borçları kalır.

Enver Paşa devleti savaşa sokunca; sadrazam Sait Halim Paşa; liyakatının gereğini yapar. İstifa eder. Suyu geçerken at değiştirmemesi ısrarı üzerine istifayı geri alır.

Ama; “harbe son vermeliyiz. Halk kuru ekmeğe muhtaçken vagon zenginlerine fırsat vermemeliyiz. Almanların her dediğine boyun eğmemeliyiz…” diyerek devlet adamı sorumluluğuyla uyarı yapar.

Enver Paşa’nın özel teşkilatı niteliğinde olan Teşkilat-ı Mahsusa, Sadrazm’ın sözlerini Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya taşır. O da; “bu nasıl Sadrazam, düşman temsilcisi gibi konuşuyor. Ordumuz kahramanca çarpışmaya devam ediyor” der. Oysa Sarıkamış’tan sonra Irak ve Kanal cephelerinde de askerler kırılıyordu!

Sadrazam, istifasını geri almanın pişmanlığı içinde görevden ayrılır.

Başbakansız Türkiye’de ise; iktidar uğruna bütünlüğü bozacak söylemlerin öne çıktığı; ABD hatırına Ortadoğu bataklığına Mehmetçiğin saplandığı; ekonomik iflas eşiğinde Koronavirüs’e maske sağlayamama yoksunluğu yaşandığı günlerde; yakın tarihimizi hüzünle ayna geliyor! 9.5.2020